BALIKLAR KONUŞMAZ

Screen Shot 2017-04-10 at 15.13.12

Son yazımda ahtapotvari ebeveynlikten bahsetmiştim. Son 10 günde ise bu tarzımı çok zorlayan bir süreçten geçtim. Şimdi de onu paylaşmak isterim.

10 gündür evde yalnızım. Sarp ve Annesi hazretleri 10 gündür Adana’daydılar. Daha önce de Yaz aylarında yaşanan benzer bir süreci anlattığım bir yazıda (“Yalnız Adam, Tek Başına”), evdeki yalnız babanın eşyalarla iletişimini anlatmıştım. Bu sefer neler öğrendim / farkettim onları anlatmak istiyorum.

“Yalnızlık özgürlüktür” bir şehir efsanesi.

Ara ara yalnız kalınca insan doğal olarak, normal zamanlarda yapamadıklarını daha yoğun yapabileceğini varsayıyor. Mesela, kitap okumayı çok seviyorum. Madem akşamları başka işim gücüm yok, bol bol kitap okurum diyordum. Son iki güne kadar evde kitap kapağı açmadım. Elim gitmedi. Sarp car car “Babaa bu niyeee, şu niyee, futbol oynayalııım” diye ensemdeyken benim için 5 dakikası bile bir ömür olabilen okuma eylemi sanki yükmüş gibi geldi. Acaba diyorum, zaman darken yapamadıklarımız, yapamadığımız için mi daha değerli bazen? Zaman bol olduğunda bol bol yapabilecekken değersiz mi oluyor? Manyak mıyız biz?

Balıklar konuşamıyorlar.

Evde Sarp efendinin bir Japon balığı var. Adı Sarp. İsimler karışmasın diye ben ona Balık diyeceğim (Çok yaratıcıyım). Bu balık, Sarp annesiyle sevgi yağmurunda ıslanırken, benim alternatif iletişim kanalım olmuştu. Onlar beni istemediklerinde ben de balığa gidip ona sırnaşıyordum. “Minik balığım beniiim, aşşkım aşşkııım, napiyoyşun şen bakiym hı? Yüjüyoymuşun? Baba geldi sana mama versin mi? Pis Sarp’la annesi beni iştemiyoylay, sen beni görünce seviniyoy musuuuun?” diye yüksek sesle alçak mesajlar veriyordum malum şahıslara. Balık da herhalde ben suratımı kavanozuna yaklaştırınca yem vereceğim diye sevinip su yüzüne çıkıyor, ben ise beni duyup anladığını varsayıyordum. Günde iki kez yem veriliyor, her sabah ve akşam “Balığın yemi verildi mi? Verdiniz mi? Balık aç kalmasın” şeklinde panikler yaşıyordum, yaşatıyordum. Gel gör ki, Sarp ve eşim gittikten sonraki 3 gün balığın neredeyse her öğününü aksattım. Şimdiye dek bir kez olsun atlamadığım bir şeydi. Hayvanın düzeni allak bullak oldu. Oturup tatak kadar yem parçalarını nasıl saatlik dilimlere bölüp arayı kapatırım diye matematik formülleri geliştirdim. Tüm bu süre boyunca evdeki bir kaç meyve sineği ve bir sivrisinek dışında -ki kendisini bu sabah ölü buldum, o bile dayanamamış yalnızlığa- yegane iki canlı, balık ve bendik. Bana yol arkadaşı olur diye düşünmüştüm ama sohbetlerimiz monolog şeklinde ilerleyince ondan da vazgeçtim. Bir konuşsa, her şey bambaşka olabilirdi. Demek ki neymiş? Benim balıkla ilişkim, anne ve Sarp’ın evde olmasıyla alakalıymış. Duygu sömürüsü aracımmış benim.Hepinizin huzurunda kendisinden özürdilerim. (Bu arada bir ek: Balıktan başka bir canlı daha vardı. Buzdolabının sebzeliğindeki salatalık. Uzun süre orada kalınca kolları bacakları çıkmıştı son baktığımda. Ama o da daha konuşamıyordu).

Belgesel yalnızlığın hala en etkin ilacı.

Biz de Sarp’ın dışında televizyon seyredilmiyor. Uzun süre sonra televizyonu hatırladım. Tek ilgimi çeken şey belgeseller olduğu için, bol bol belgesel seyrettim. Mesela ailemizin şirin hayvanlarından Koalaların çiftleşme döneminde nasıl pisleşip asabi hayvanlara dönüştüğünü öğrendim. Sonra bir yayın balığının güvercin avlayıp yemesi için kullandığı taktiklere vakıf oldum. Yumurtladıktan sonra, yumurtalardan çıkan aç yavruların annelerini yedikleri örümcek türüyle tanıştım. Al sana böceksel dönüşüm. O sırada mısır gevreği yiyordum, midem kalktı. Bir ara, ekranda gösterilen iki noktaya birer gözle odaklanınca birinin hareket ettiği yanılsamasının anlatıldığı bilimsel bir programa takıldım, yatana kadar sol gözümü ortalayamadım. Martı gibi yan yan bakarak gezindim evde. Bunlar hayatına ne kattı derseniz, koca bir sıfır. Ama en azından bir iki saat oyaladılar beni. Bu arada bilmiyorsanız öğrenin, kaplan köpekbalığının yavrusu anne rahmindeyken bütün kardeşlerini yiyor. O yüzden yavru kaplan köpekbalıklarına “Kardeş ister misin?” diye sormayın boş yere. “Evet” diyecektir yamyam.

Ev işleri tahmin ettiğimden çok zaman alıyor.

Malum belediye görevlileri çöp-ev ihbarına gelmesinler diye, bu sefer ev işlerini sıkı tuttum. Lakin başkası yaparken “5 dakikada yıkarım” dediği bulaşığı ben yıkayınca beş dakika sürmediğini farkettim. Misal, iki üç tabak, bir kaç bardak var mutfak lavabosunda. İki dakikada halledeyim diye girişiyorum, bittiğinde akşam olmuş. Ütü yapacağım, hepi topu 5-6 gömlek. İşim bittiğinde gömlekler bıçak gibi oluyor ama geçen uzun süre içinde ütü yaşlanıp buruşmuş oluyor. Akşam gelince iki dakika aradan çıkarayım diyip, 8’de başlıyorum bir işe, bir bakıyorum on buçuk olmuş saat. E on buçuktan sonra film açsam bitmez, kitap okusam uykum gelir, televizyon desen canım çekmiyor, açım ama yiyesim yok, balık -malum- konuşmuyor… Oturup duvarı seyrettim sık sık yatma saati gelene kadar. “Kardeşim yapacak bir şey yoksa, git uyu, manyak mısın?” demeyin. Erken yatan erken kalkar, sonra sabahın kör karanlığında  aynı duvarı seyredeceğim. Duvarlara Fısıldayan Adam.

Babanın aklı sonradan gelir.

Bahsettiğim şartlarda 9 gün geçirdikten sonra, dün, Pazar günü destansı bir atağa kalktım. Sabah kalkıp sporumu yaptım. Sonra zengin bir ev kahvaltısı. Evi süpürdüm (tarla gibi olmuştu afedersiniz). Çıktım, Fenerbahçe Orduevi’ndeki marketten efsanevi Yağlı Sele zeytinimi aldım. Oradan çıkıp bir kitabevinden kırtasiye ihtiyacımı aldım. Sinemaya gittim. Kabuktaki Hayalet’i seyrettim. İyi ki varsın Scarlett. Sinema’dan çıkınca kendime bir kaç t-shirt aldım. Eve dönüp zeytini bıraktım. Kamp sandalyemi, kitabımı, termosta kahvemi alıp sahile indim. Deniz kenarında konuşlanıp saatlerce adaları seyrettim, Yaşar Kemal’in Ağrı Dağı Efsanesi’ni bitirdim. Sonunu anlamadım. Oradan kalkıp bir porsiyon iskender yuttum. Eve geçtim, işle ilgili hafta içine yetiştirmem gereken şeyler vardı onlara çalıştım, yeni bir kitaba başladım, ütü yaptım, maç özetlerine baktım, bulaşık yıkadım, çamaşır yıkadım, en son biraz daha okudum, yattım.

Ya bir babanın yalnızlığın bunalımını üstünden atması 9 gün sürüyor, ya da yalnızlığın getirdiği koşullu özgürlük, bu sürenin canı burnuna gelince, son gün şiddetleniyor. Anlamadım.

Anladığım iki şey varsa, bir, Japon balıkları muhabbet edemiyor, iki, yayın balıkları 2,5 metre boya kadar büyüyebiliyor. Oha.

NOT: 10 gün boyunca yorulmadan sıkılmadan Instagram’dan yalnızlıkla ilgili duygu sömürüsü yapan foto ve videolar gönderdiğim eşime sesleniyorum: “Hoşgeldiniz. Aşırı ilgi bekliyorum. Bilginize arz ederim”.

BALIKLAR KONUŞMAZ’ için 7 yanıt

  1. Yazılarınızı çok seviyorum, kaleminize sağlık 😂 bence bu durumun size kattığı üçüncü şey de eşinizin durumunu anlamak olmuş malum ev işleri o kadar kolay değil 😇 papağan almanızı öneririm, onlar konuşabiliyor ama genelde aynı şeyleri dedikleri için belki sinir krizi geçirmenize sebep olabilir benden uyarması 😅 hayırlı günler…

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s