Merhaba. Ben Serkan. Sırnaşık bir babayım.
Alkolikler derneği tadında bir giriş oldu ama aslında burada bahsetmek istediğim şey de bir tür bağımlılık zaten.
Malum, insanlar tip tip, türlü türlü, antin kuntin, abidik gubidik. Bazıları vardır ki mesafeyi tercih ederler. Fazla temas sevmezler. Öyle yalak yapış interaksiyonlara girmezler. Bazıları ise tam tersidirler. Temas etmek onlar için ikinci dil gibidir. Beden dilinin bir lehçesi. Konuşmanın dışında dokunarak iletişim kurarlar. Tabii ki bunu herkesle yaptıkları anlamına gelmez. Genelde yakınlarını ve sevdiklerini kurban seçerler kendilerine. Benim kurbanım oğlum.
Bir yıl öncesine kadar durum şöyleydi:
Koltukta sakin sakin oturmuş televizyon seyrederken uçup üstüne atlıyorum. Enlemesine yatıp başımı kucağına koyuyorum, uslu uslu yatıyorum. Tabi kafa karpuz kadar, çocuk televizyonu göremiyor. Beni koltuktan aşağı ittiriyor. Yere düşüyorum. Vink, kafa çıkıyor yukarı “Merabaaa ben yine geldiiim” diye. Tekrar saldırıyorum. Baba giiit, diyor, ama gitmiyorum. Gitmiceeem ihihihi. Kafamı itip koltuğun öbür köşesine irtica ediyor. Vazgeçiyor muyum? Hayeeer. Hemen yeni lokasyona intikal. Burnum yanağına değecek kadar sokulup “Bugün okul nasıl geçti ihihi?” diye soruyorum. Çaktırmadan da yanağını kokluyorum. Sığsa kafamı ağzına sokacağım çocuğun. Ayağını gıdıklıyorum, kokluyorum. Yataktaysak göğsüne yatmaya çalışıyorum. Ara ara sarılıcam diye kovalıyorum. O kaçıyor. Kafama koyuyorum, omzuma koyuyorum. Ya da, sabah uyanıp “ANNEEE” diye anırdığında, odaya doğru ilerleyen eşime omuz atıp solluyor, ondan önce odaya dalıyorum “Geldiiiiim” diye. “Gelme” diyor ama dinleyen kim? Ben değil. O gelme derken ben çoktan 3 metre irtifada hedefe doğru uçuyor oluyorum. “Kule? İniş izni istiyorum”. Boş yakalarsam, kafasını iki elimle tutup ŞLAAP ŞLOOP öpüyorum. Çocuk en son çığlık atıp isyan ediyor, ben de küsüp annesinin yanına kaçıyorum. Annesiyle sırnaşıyorlarsa hemen koşup ahtapot gibi sarılıyorum ikisine…vs.
Ahtapot.
Hani Lohusa Baba diye bir kavram var ya. Bu da onun sırnaşma sendromu versiyonu: “Ahtapot Baba”.
Bu süreç devam ederkene, bir süre sonra çocuk beni karşısında görünce büzülüp titremeye başladı. Onun “Git”leri ayyuka çıktı, benim “Küs”lerim arttı. Onun olduğu odaya girerken kapıda suretim görünür görünmez işaret parmağıyla geldiğim yönün tersini gösteriyordu. O aralar rutin bir pedagog görüşmesinde “Beni istemiyor, hep anne hep anne” diye serzenişte bulundum. Pedagog tecrübeli tabi. Sorularla konuyu doğru yere getirdi ve “Biraz mesafe koymaya çalışın, çocuk sıkılıyor olabilir” diye kibarca anlatmaya çalıştı. Gel gör ki benim ortam yok. Ya hep ya hiç. Bu sefer de soğuk nevaleyim. Çocuk anladı tabi artistik yaptığımı. Alay etti bir süre. Sonra da baktı ben ısrarcıyım, kendi yaklaşmaya başladı. Ama istediği kadar. Azar azar… Son bir yıldır sırnaşma dozajını düşürdüm ama hala ortanın üstündeyim. Çocuk da kabullendi artık. Yuvarlanıp gidiyoruz. (Ben sarılıp beraber yuvarlanmayı tercih ediyorum tabii ki.)
Peki ben neden sırnaşıyorum? En başta da söylediğim gibi, tahmin ettiğim sebep, bir tür bağımlılık. Oksitosin bağımlılığı. Ve beni bu illete alıştıran da eşim. Henüz çocuk mocuk yokken ben onun kucağına yatardım, film seyrederdik, o da elini başıma koyaar, yanağımı seveer, ara ara koklayıp öperdi. Tüm bunlar olurken benim bünye de haldır huldur oksitosin salgılardı. Sonra çocuk geldi. Piyasada ne kadar oksitosin kaynağı varsa silip süpürdü. Lakin ben artık ciddi bir oksitosin bağımlısı olmuştum ve mal bulamıyordum. Bir ara kendime bir oyuncak ayı alıp sentetik takılayım dedim ama aynı tadı vermedi tabi. Oksitosinin kafası bir başka oluyor. Derken dilenmeye başladım. Ara ara ufak bir doz kapıp onunla yetinmeye çalışıyordum ama olmuyordu. Tahmin ediyorum aynı dönemde, piyasaya yeni çıkmış olan kaynağı farkettim: Oğlum. Oksitosinimi sağlayacak teması onda bulduktan sonra çılgınlar gibi sırnaşmaya başladım. Çok daha saf bir oksitosin kaynağıydı. Azıcık bir doz resmen uçuruyordu. Mis. Ama o saf oksitosin kaynağı annesinden beslendiği için benim sırnaşmam ona fazla geliyordu (Bunu okurken benim orroyinman filan olduğumu düşünmenizi istemem. Yakın zamanda Breaking Bad seyrettik, oradan bildiklerimi satıyorum). Uzun bir süre parazit gibi yaşadım. O ikisi müthiş bir oksitosin denizinde pervasızca yüzerken ben kıl kurdu gibi lingir lingir sinsice dahil olmaya çalışıyordum.
Yukarıda da dediğim gibi, hala sırnaşıyorum ama çok uzatmıyorum. Sırnaşık bir ebeveyn olduğumu ben de çocuğum da kabul ettik. Oksitosin bağımlılığı ile yaşamak mümkün ve benim gibi olan başka ebeveynlerin farkındalığını artırmak amacıyla “Oksitosin Bağımlıları Derneği”ni kurdum (Atıyorum, yok öyle bir dernek). Dernekte bir araya gelip bağımlılığımızla barışmayı öğreniyor, hikayelerimizi paylaşıyoruz (Aslında paylaşmıyoruz. Yok ki öyle bir dernek). Şu anda İstanbul, İzmir ve Malatya olmak üzere üç şubemiz var (Yok). Sırnaşık ebeveynlik bir hastalık değildir, bize katılın. (Ya dernek mernek yok diyoruz, neye katılacaklar???) Kardeşim sen niye maydanoz oluyorsun sürekli ha? Sana ne?! (Ne demek sana ne?! İnsanları kandırıyorsunuz) Ne kandırması be? Ne kandırması?! Olsa sanki gelecekler mi böyle bir derneğe?! (Onu bilemezsin işte, gelmek isteyenler olabilir) Yok deve. Kimmiş onlar? (Ben mesela hihihi) Aa harbiden mi? (Evet ya, ben de oksitosin bağımlısıyım) Hahaa, e gel o zaman sarılalım (Hop! İyice sarıl iyice, ahtapotum benim) Biricik sevgilim (Söyle senden başka kimim var benim) Seninle ağlarım (Seninle gülerim) Söyle senden başka kimim var benim.