“Çocuğunuzun geleceği nasıl olsun istersiniz?” sorusunun cevabına temenniler boy boy. Tüm temennileri yazmaya kalksam, o da boy boy? Ben uçlara değineceğim sadece. Bir uçta mükemmeleyn (mükemmel + ebeveyn) var. İsterki çocuk büyüdüğünde günde 4 saat çalışıp ayda 100bin dölar kazanacağı bir işe sahip olsun, 12 dilde konuşup yazabilsin, 6 spor dalında kazanılmış madalya ve kupaları vitrinleri coştursun, 5 ayrı enstrüman çalmanın yanında, dünyanın ünlü festivallerinde DJ’lik yapsın, sosyal medya hesaplarını onbinler yüzbinler takip etsin, mükemmel bir hayat arkadaşı olsun ve niyet varsa bir de mükemmel çocukları olsun (mükemmel çocuğu biraz daha açarsak, bakınız cümlenin başında paranteze kadar olan kısmın tekrarı). Bu, bir uç.
Diğer uçta ise çok daha kısa bir anlatım var: Mutlu.
“Çocuğunuzun geleceği nasıl olsun istersiniz?”
-Ay ben hiç kasmıyorum valla diğer ebeveynler gibi. Mutlu olsun yeter hah hah hah.
“Mutlu’yu biraz açar mısınız?”
-Ya mutlu olsun yani. Hani mutsuz olmasın anlamında.
“Mutluluğu nasıl tanımlıyorsunuz? Ne olduğunda ya da ne yaparsa mutlu olur?”
-Mesela onu mutlu eden şeyler yapabilsin hep.
“Mesela?”
-Mesela? Anlamadım.
“Örnek verebilir misiniz?”
-Haa, e örnek verirsem üstteki ebeveyne devindirirsiniz siz beniiii hehehe sizi çakal siziiii.
“Estağfurullah. Anlamaya çalışıyorum. Onu mutlu eden bir şeyler mi yapsın, yoksa ne yaparsa yapsın, yaptığı her şeyden mutlu mu olsun?”
-Hö? Abidin?
Ben iki uç arasında lastiğim. Yani, sayfalar dolusu detaylı kaygılarım, boy veremediğim derinlikte korkularım var. Bunların yanında “Yaa bırah yiaa, mutlu olsun yeter yeaa” dediğim zamanlar da az değil. Ama hep bir temkin, bir gözü arkadalık.
Dün Yiğit Özgür’ün yukarıdaki karikatürüne denk geldiğimde çok güldüm. Dünyayı egomanyaklar yönetirken, kaynaklarımız tükenirken, bizler sanki daha bir sadistleşirken, gelecekle ilgili hep daha karamsar öngörüler yapılırken (çünkü daha çok satıyor), “hayatımın projesi” olan çocuğumun geleceği hakkında yeni (figüratif) söylemimin bu olmasına karar verdim.
Efil efil, hunili, bak şöyle.
Bizim hayatı salladığımız kadar hayat bizi sallıyor mu şüpheliyim. O vakit, şu meşhur An’ın tadını çıkarıp, ani bir hareket yapmadan gelecek korkularımı yavaş yavaş yere bırakmak daha mantıklı gibi.
Size de kesinlikle tavsiye etmem, çünkü biz ebeveynler her b*ku birbirimize tavsiye etmekten vazgeçince daha “mutlu” olacağız diye düşünüyorum.
NÖT: Benim çocukluğumun dahil olduğu jenerasyona damga vuran insanlar vardı. Adile Naşit, Barış Manço, Gülşen Bubikoğlu, Uğur Dündar, Sakıp Sabancı, Sezen Aksu, Nejat Uygur, Levent Kırca, vb. Bu insanlar eylemleriyle, söylemleriyle, fikirleriyle hayatımızda çok yer edinmişlerdir. Benzer şekilde bugün bir insan var ki, sanırsam son yıllarda ismen olmasa da cismen hayatlarımızda müthiş bir yer etti. İddia büyük olabilir, bununla beraber, ben Yiğit Özgür’ün bugün hayata bakışımızdan mizahi algımıza kadar çok çok etkili bir kişi olduğunu düşünüyorum.
Kapının ardındaki beş altı milyar insanla savaşacak bir savaşçı mı yetiştireceğiz yoksa onlarla uyum içinde yaşayıp hayatını idame ve ikame edecek birey mi? Ekonominin totaliter bir otorite olduğu düzende mutluluk palavrasına çok da inanasım gelmiyor. Sen çocuğunu, çocuğun ve içinde yaşadığı toplumun çıkarlarını gözeterek hayatı için en doğru davranışlarla donatırken bir başkası “saldım çayıra mevlam kayıra” felsefesiyle çocuk büyüttüğünde ebeveyn olarak korkuyorsun. O zaman da mutluluğun canı cehenneme demek kaçınılmaz oluyor.
“Mutluluk” her ne ise 🙂
Valla ben şunu diliyorum sadece, “kendi ayakları üzerinde kimseye muhtaç olmadan durabilsin” bu sanırım içinde bir miktar başarıyı ve mutluluğu da barındırır.. yoksa tam tersi mi, acaba bir sürü insana dayanıp, onları kullanarak keyfine baksa daha mı mutlu olur acaba? Bak şimdi.. benim de aklım karıştı!