Sofya Sabiha Gökçen Şirince Budapeşte

Söz meclisten dışarı, bizim evimizin kutsal annesi Sarp hazretlerini okuldan almaya bazen biraz erken gidip bahçede diğer annelerle oturuyor. Ben de erken gitmesini eleştiriyorum (bu arada yanlış anlama olmasın ben hayatta kimseyi asla eleştirmem). “Manyak mısın, tünüyorsun erkenden bahçeye, rahat bırak çocuğu” diye. Büyük konuşmamayı hala öğrenememişim. Geçenlerde işim erken bitti, Sarp’ın okul çıkışına yetişebiliyorum. Valide Sultan’la telefonlaştık, benim direkt okula gitme kararım çıktı görüşmeden. Orada buluşuruz, dedik. Son zil saatinden yaklaşık bir saat önce damladım okula. Utana sıkıla, ağaçların arkasına saklana saklana binanın yakınlarında bir banka tünedim. Bir sınıf öğrenci serçe gibi uçuşuyor bahçede. Acaba bizim oğlanın sınıfı mı diye kısık gözlerle taradım hepsini, ama yok, bunlar daha büyük bir sınıf. Çıkardım kitabımı, fırsat bu fırsat, okumaya başladım. Tolgunay’ın Toprak anayla diyalogu.

Derken bu serçelerden bir tanesi bana doğru uçmaya başladı. Aha, dedim, şimdi uyarı geliyor. “Bakar mısınız, velilerin bu alanda bekleme yapması yasak” filan diyecek diye kafamı kaldırmıyorum kitaptan. Bu tip durumlarda çok utangaçımdır ben. Lakin serçe geldi, masama kondu. Bir elinde haritamsı bir kağıt, diğer elinde kalem (Orienteering dedikleri muhabbet diye tahmin ediyorum).

“Şey, size bişey sorabilir miyim?”

– Evet?

“Bulgaristan’ın başkenti neresi?

– Hö?

“Bulgaristan’ın başkentinin adı ne?”

Ben öğrenciye bakıyorum, öğrenci bana. Aslında bir kaç saniyeyi geçmemiştir ama bana 10 dakika filan gibi geldi. Cılız bir “Sofya?” çıktı ağzımdan. O da, cılızlığı onore ederek, bir kaç saniye daha baktı yüzüme, emin misin gibisinden. Hemen kendimi toparlayıp “Sofya. Bulgaristan’ın başkenti Sofya’dır.” diye netleştirdim cevabımı. “Teşekkür ederim” diyip koşarak uzaklaştı. Panikle elimi telefona attım ve Google’a “bulgaristan başkent” yazdım. Sofya’ymış hakkaten. Biliyordum ama yine de emin olmak istedim. Ezkaza yanlış cevap verseydim, belki de gencecik bir insanın akademik kariyerinin sonlanmasına sebep olacaktım (Yok deve).

Kitabıma döndüm. Tolgunay’ın gelini Aliman, kocası Kasım aklında tüterken, Kasım’ın kardeşi Canak’ı uğurluyor… Pıt, bir serçe daha.

“Dünyanın ilk kadın savaş pilotu kimdir?”

Yine aynı tereddüt bende. Sabiha Gökçen tabii. Biliyorum ama diğer şıklar olmadığı için çekiniyorum. Test çocuğu olmanın paranoyası… Öğrencinin bakışları böğrümü deldiği için aksiyon aldım.

– Sabiha Gökçen olabilir mi?

“Bilmiyorum.”  (Salak Serkan, bilse sana sormazdı ki???)

– Bunu okul sorduğuna göre kesin Sabiha Gökçen. (Ba ba ba, bi de mantık yürütüyor.)

“Ama okulla alakalı değil, pilotu soruyor.” diye kaçtı gitti.

Basit bir soruya koşul koymadan, aynı basitlikte cevap vermeyi ne zaman öğreneceğim? Bonu okolda sordoklarıno goro Sobiho Gokçon. Üzüntü ve muz kabuğu 😦

Ufukta benden başka veli olmadığı için, mısır tanelerine üşüşmüş kuşlar gibi dönmeye başladılar etrafımda.

“Şirince hangi ilimizin sınırları içindedir?”

Haydaa. Joker hakkımı kullanmak istiyorum ama joker sunmuyorlar ki? Seyirciye sorsam, benden başka kimse yok.

-Muğla galiba.

“Teşekkür ederim!”.

Ne Muğlası be?? Emin misin Serkan?? Hayır değilim! Ama çocuk sen söyleyince yazdı kağıdına? Gerçekten mi?? Ühü, ne yaptım ben ne yaptıııım?!?!?! Geri gelirse, “Ben sana Muğla demedim ki, ne dediiim, İiizmir dediiim, İizmir!!!” derim. Yuh. Ya yuh deme, ben de bilemedim. Hemen Google’a bak, belki hakkaten Muğla’dır? Google – “Şirince hangi il” – Ara. İzmir! Eyvah eyvah, bir daha hiç bir yetişkine güvenemeyecek çocuk. Abartma. Offf.

Derken iki serçe daha geldi. Pır, pır.

“Macaristan’ın başkenti neresi?”

Bu sefer hakkaten 10 saniye filan düşündüm. Belgrad? Yok lan ne alaka. Macaristaaaan, Macaristan. Hmmm. Aklıma Cem Yılmaz’ın Faruk Eczanesi skeçi geldi.

– Üzgünüm bilmiyorum.

“Teşekkür ederiz”.

Aferin Serkan, bilmiyorsan bilmiyorum diyebilmelisin, dürüstlük çok daha öneml… BUDAPEŞTE!!!!!

Birden ağzımdan fırladı. Durup geri döndüler.

– Macaristan’ın başkenti Budapeşte! Eminim! Son kararım!

“Budapeşte dedi, duydun mu?” diyerek uzaklaştılar.

Bir tanesi aniden durup, döndü.

Önümdeki kitaba bakarak, “İyi okumalar” diye ekledi.

Niye bilmiyorum ama, birden duygulandım teşekkür ederken. Büyük ihtimalle muayyen dönemimdeyim. A aaa, erkeklerin muayyen dönemi mi olurmuş, demeyin. Fizyolojik değil belki ama bizlerin de psikolojik hassasiyetler içinde devindiğimiz dönemler var. (Jüpiter Venüs’le hizalanıp, fısır fısır Satürn’ün arkasından konuştuklarında oluyordur belki). Aklınıza yatmıyorsa, Google’a “erkekler muayyen olur mu” yazın, okuyun. Muayyenliğin dışında, o sırada Cengiz Aytmatov’un Toprak Ana’sını okuyor olmam da etkili olmuş olabilir. Siz seçin.

Bu arada eşimle kayınvalidem de gelip yanıma oturdular. Bende bir havalar. Nasıl gururluyum anlatamam. Çocuklar madeni farkettiler tabii, arka arkaya gelmeye başladılar yanıma.

Sofya!

Sabiha Gökçen!

İzmir!

Budapeşte!

Heheeyt, kim tutar beni be!!! Edebiyattan da sorun. Mefailü Failatün Failün! Lelelelelele…

Şaka bir yana, bu minik serçeler sayesinde iki başkenti kafamda netleştirdim; bir kasabayı il’e bağladım; bir de tarihin öncü kadınlarından birini yad ettim. Son olarak da, o enerjilerini görünce, pır pır, yeniden çocuk olmak istedim.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s