Toplan Veli Toplan

Screen Shot 2017-11-13 at 12.31.48

Eskiden bazı günler vardı. Annem veya babam veya her ikisi okuduğum okula giderlerdi. Saatler sonra ellerinde bir sayfa ve o sayfaya alınmış bir sürü notla geri dönerlerdi. Ben de heyecanla beklerdim evde onlar gelene kadar. Bir nevi dedikodusal tatmin heyecanı aslında. Matematik öğretmeni ne dedi? Tarihçi ne dedi? Aaa ingilizceci beni çok mu beğeniyormuş? E derste hiç göstermiyor?? Ben mi dersi dinlemiyormuşum?? Ya ne alakası var yaa! Biraz daha gayret göstersem sınıf birincisi olabilir miymişiiim? Neeee? Şıkıdım lay ley lööy.

 

Veli toplantısı.

 

Geçen hafta hayatımızda başka bir ilki yaşadık. Anasının kuzusunun (!) veli toplantısı vardı, ve biz veli olarak katıldık. Veli. 30 küsür yıl önce Ali ile başladığımız ilkokul serüveninde Veli mertebesine çıkmış olmanın verdiği heyecan sol mememizin altında pıt pıt atarken, anneciğinin bir tanesini benim anneciğime bıraktık ve okula gittik.

 

Ben bu tip durumlarda sık sık olduğu gibi gayet lakayıt bir ruh halindeydim. “Yav gidelim de çocuk sahipsiz, anası babası ilgisiz demesinler” modu. Yaani, hani geliyorum ama yan cebime koysanız da olur. Böyle yavşak bir özgüven, umursamaz bir ukalalık. Okul binasına girene kadar bu mod devam etti. Hani neredeymiş öğretmenler, hemen bitirip çıkalım hehehe.

 

İlk gülen sonunda kötü güler.

 

Binaya girince sınıfların önünde kurbanlık koyun gibi dizilmiş anne babaların yüzlerini görünce “hınk” sesi geldi kursağımdan. Hani kesilecek koyun mezbahaya kadar laylaylom diye koştururken içeri girdiği an bi durur ya. Koridorda yürürken omuzları düşük bir babayla gözgöze geldim. O gözlerde çaresizliğin, korkunun dehşetini gördüm. Girerken sergilediğim “Hehehe” bir he’sini kaybetti birden. “Hehe”.  Şu soru canlandı kulağımda: “Ya bir öğretmen olumsuz bir şey söylerse?? Ya suretimin genetik yansımasının mükemmel değil, normal olduğunu söylerse???”. Düşünebiliyor musunuz? Normal !!!. Bu fikri sindiremediği için kasılan karnımın ağrıları eşliğinde elimizdeki öğretmen/sınıf listesini çalışmaya başladık kuzusunun anasıyla. Farkettim ki, olay at yarışı oynamak gibi. Veliler oturmuş ellerinde bültenle en karlı kombinasyonu çalışıyorlar.

 

“İngilizce hızlı diyorlar, sen ingilizceyi al, ben müziğe oynarım, eğer ben ikinci tura gelmeden sen ingilizceyi bitirirsen bedene geçersin. Haber ver, ona göre ben de dramayı aradan çıkarayım. Satranç sürpriz yapabilirmiş, ona kaç bassak? Sınıf öğretmeni her türlü final yapacaksa, onu sona bırakabiliriz.”

“Aldığım bir duyuma göre, bahçede kaydırağın arkasında loto köşesi kurmuş ebeveynler. Tecrübeli olanlar hazır oynanmış kupon satıyorlarmış.”

“Geçen sene rehberlik bire on vermiş, o yüzden çok sıra var galiba. Başka velilerle ortak kupon mu oynasak?”

 

Önce müzikten başladık. En azından bildiğimiz yer, sıkıntı olmaz diye. İkimiz beraber girdik, ama hemen farkettik ki, beraber girmeye devam edersek her sıraya, gün bitmez. Plan yapıp ayrıldık. Ayrılma sahnesi çok acıklıydı. Koridorda karşılıklı durmuşuz yavru kuşunun anasıyla, el ele, gözlerimiz dolu, ilk veli toplantımızda bir türlü bırakamıyoruz birbirimizi.

 

“Bana söz ver, kötü bir şey duyacak olursan kendini bırakmayacaksın tamam mı aşkım?”

“Söz, ühü, sen de bana söz ver, ne olursa olsun, birbirimize her şeyi anlatacağız.”

“Söz aşkım ühü hü…”

 

Derken ayrıldık ve ben plana uygun olarak öğretmenleri gezmeye başladım. Sınıfların önündeki sandalyelerde oturan velilerin tekrarlanan bir iletişim döngüsü yaşadıklarını farkettim beklerken. Önce, yeni gelen veli korku dolu gözler ve şaşırmış bir ifadeyle gördüğü sıranın hangi öğretmene ait olduğunu anlamaya çalışıyor. Sıranın sonunu soruyor ve cevap ışık hızıyla geliyor. Yetmiyor, bir de herkes tek tek kim kimden önce/sonra onu sayıyor en baştan. “Benden sonra hanımefendi var, ondan sonra da beyefendi…”. Aman diyim. O kadar bekledikten sonra olabilecek en kötü şey tüm o velilerin ve daha kötüsü öğretmenlerin önünde sıra kavgası yaşamak. Herkes nasıl kibar, nasıl bilinçli anlatamam. Sanki İstanbul değil de Helsinki’deyiz. Düşünsenize, Pazartesi çocuklar okula geldiğinde saç baş birbirine girmiş velilerin hikayeleri hangi hızla yayılacak. Öğretmenler o velilere hangi gözle bakacak… Neyse, en son geleni takip eden kısa bir sessizlik oluyor. Sonra genelde son gelen veli sıranın uzunluğu ile ilgili bir espiri yapıyor. Arkasından bir 3 dakika filan, her veli en iyi espiriyi yaparak öne çıkmaya çalışıyor. Espiriler zorlama olmaya başlayınca da yeni biri gelene kadar herkes telefonuna gömülüyor. Derken, bir veli dayanamayıp milletin içeride bu kadar uzun kalmasını eleştiriyor ve herkes bir ağızdan bu sefer de eleştirel moda geçiyor. Yav bu kadar konuşacak ne varmış, kendisi girseymiş en fazla 3 dakikada çıkarmış, herkesi bekletmenin ne gereği varmış. Bu konuşmalarda veliler gaza gelip yeni bir iddia ortamı yaratıyorlar. “Bakın şimdi ben girince ne kadar çabuk çıkacağım, zaman tutun.” Okulu görünce çocukluğumuza mı dönüyoruz acep? Gerçekten kısa süren bir görüşmeden çıkanların yüzünde bir gurur, bir gurur anlatamam. Şöyle söyleyim, 1 dakikadan az kaldığım bir görüşmeden çıktığımda kendimi alkışlattım bekleyenlere. Çok ciddiyim. İçlerinden küfür ettilerse bilemem ama alkışlarken yüzleri gülüyordu. Aralarda tabii ki okul da nasibini alıyor. Ebeveyn olur da sistemi eleştirmez mi? Bu sefer de toplumda ne kadar çok endüstri mühendisi varmış onu anlıyoruz:

 

“Aslında herkese randevu verseler bu çok daha hızlı biter.”

“Kum saati olmalı kum. Bitince veli mecburen çıkmalı. Pat pat pat biter öyle yapsalar.”

“Tabi canım?! Bizi bu kadar bekletmeye ne gerek var? Mesela sorunlu olan öğrencilerin velilerine öncelik verilmeli”

“Yaa evet evet, bugün sadece ilkokul bir değil üç ve dörtler de varmış.”

“Aaa? Ama olmaz ki, bu işin en mantıklısı her sınıfı ayrı günlere dağıtmak. Cık cık cık…”

 

Bıraksalar halbuki okul yönetimini velilere? Şahını gösteririz öğretmenlere idarecilere. Heç yani.

 

Zaman ilerleyip sıralar daha da uzayınca yeni bir sektör de oluştu. Yapay Ebeveyn (AP-Artificial Parent). Diyelim ki iki kişi yetişemiyorsunuz, hemen bir yapay ebeveyn kiralayıp çocuğunuzun ismini verdikten sonra hangi öğretmenlere gidip hangi soruları sorması gerektiğini netleştiriyorsunuz. Tabii ki ücrete tabi, ama zaman nakit ve dünya kapitalistken bu çok normal değil mi? Yapay ebeveynler bu konuda profesyonel oldukları için, Premium paket alırsanız, sizin sormayacağınız soruları bile sorabiliyorlar.

 

Ara ara gözlemlediğim başka bir durum daha oldu. Bir veli geliyor; uzun sırayı görünce inanamamış gibi bakıyor; “Ay ben bekleyemem valla bu ne? Size kolay gelsin” diyerek uzaklaşıyor. 10 dakika sonra, tıpıış tıpıış geri gelip, kısık sesle “En son kimdi sırada?” diye soruyor. Sıradakiler olgunlukla bağrına basıyor bu asi veliyi. O küsüp gittikten sonra sıraya girmiş olan varsa, bir iki saniye acıklı acıklı onların gözlerine bakıyor: “Şey, yani, ben aslında, demin gelmiştim, hani tam olarak şeyedemedim, sizden önce sayılır mıyım, yani şey…”. Yok öyle yağma. Geç sıranın sonuna.

 

Biz bütün kulvarlarda koşuları tamamladıktan sonra, finali hakkaten sınıf öğretmeni ile yaptık. Farkettiğim şu oldu, sınıf öğretmenine gelene kadar branş öğretmenleri ile yaptığımız çeşitli görüşmelerde çocuğun gayet de normal olduğu konusunda netleşmiş; mükemmel, olağanüstü, inanılmaz derecede süper ötesi, evrensel bir mücevher, nadir rastlanan bir şaheser, dünyanın hatta Samanyolu’nun ekseni olmadığını kabullenmiştik. Önceden hep Sarp’ın okulda nasıl bir hayatı olduğunu, nasıl davrandığını merak ederdim. Aralarda detaylarını duyunca “Yav bu benim oğlum mu??” dediğim durumlar ise bu merakımı körüklerdi. Veli toplantısında yaşadıklarımdan sonra acaba bazı şeyleri bilmesek daha mı iyi olur diye düşündüm. Cehalet erdem midir bilmem, ama çok bilmek de bedavaya gelmiyor. Çocuğun okuldaki hayatı hakkında bildiklerimiz arttıkça bunlardan organlarımız da etkileniyor. En çok etkileneni burun. Burnumuzla delik deşik ettiğimiz minik hayatların zaman zaman kendi kendilerine ve düşe kalka şekilleneceğini kabul etmek de erdem midir?

 

Günün sonunda yorgun bedenlerimizi okulun bahçesine çıkardığımızda daha önce görmediğim bir heykel ilişti gözüme. Büstün üstünde bir kadın fügürü, elinde bir kağıt, koşar adım giderken heykelleştirilmişti. Altında “Sınıf ve Tüm Branş Öğretmenleri Dallarında 38 Dakika Kümülatif Süre ile Rekor Sahibi, Şule Üstünveynoğlu’nun Onuruna (2013)”. Başımızı hafifçe öne eğerek bu yüce kadına saygımızı gösterdik ve oğlumuza doğru yelken açtık. Arkamızda, yarım günde yüzlerce veliye maruz kalmaktan suyu çekilmiş Sünger Bob kıvamında öğretmenler, çocuklar için her görüşme sonrası ebeveynler tarafından gündeme alınmış yeni kurs, aktivite fikirleri, yüzlerce yarım içilmiş çay/kahve dolu kağıt bardak, bir sonraki veli toplantısı ile ilgili stratejik planları bırakarak…

 

Bir sonraki demişken, madem mevzu veli, o zaman kapatırken mevzuyu, bir sonraki veli toplantısı için başka bir Veli’den gelsin: “Bekliyorum / Öyle bir havada gel ki / Vazgeçmek mümkün olmasın” (O.V.K.)

 

 

Toplan Veli Toplan” için bir yanıt

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s