Dış Kapının Mandalları diye bir dizi vardı. Ne zaman dış kapının mandalı lafını duysam o dizi gelirdi aklıma. Aynı aklıma artık o diziden başka bir şey geliyor: Baba.
Dırınınımmm!
Evet. Bu bir Küçük Emrah yazısıdır. Bir isyan, toplumsal bir haykırış, sisteme karşı bir böğürme, ezilmiş azınlıkların aç yutkunmasıdır bu yazı. Babalar için yazılmış yalan destanların soğuk nefeslerde tükendiği, üfürükten tayyarelerin yalnızlığa sorti yaptığı bir yazı.
Ne diyordum? Ha, dış kapının mandalı, evet.
Daha önce on bin milyon (yazıyla otuz üç) kere değindiğim, çocuk meydane geldikten sonra babanın konseptin ucundan tutan kişiye dönüşmesi. Bu göreve çaktırmadan veya çaktırarak giren babalar var elbette, bununla beraber o role atanan çok baba da var. Ben ikinci gruptanım. Bu konuda ilgili duyguları devamlı sömürmekteyim. Başka bir deyişle, bu konuda sömürüye açık bir fırsat bulduğumda asla kaçırmam. Evren iste-inan-al şeklinde çalıştığı için de bu tip fırsatlar yağıyor haliyle.
FIRSAT 1
Yukarıda görmekte olduğunuz foto yakın zamanda çerçevelenmiş ve evin en misafirperver köşesine yerleştirilmiştir. Yarı-tanrı çocuğun, evin muhtelif yerlerinde bulunan sayısız fotolarının yanında tüm aile ekibinin bir arada olduğu nadide bir çalışma. Bu resime bakınca ne görüyorsunuz? Görüyorsunuz di mi? Önde Muhteşem Çocuk ve Anne Sultan hazretleri. Arkada ise… sahne dekoru misali, baba. Tipe bak. Ya da şöyle bir benzetmeyle yorumlayabiliriz: Önde sevgiye açılan kapı, arkada o kapının dış mandalı. Hani sokak röportajı yapılırken arkadan ve uzaktan müdahil olup zıplayarak el sallayan haşarı karakter vardır ya, onun haşarı olmayanı. Sadece arkada… Eğer bu fotoğraf da anlatmıyorsa vaziyeti, daha ne anlatabilir?! Bu da mı gol değil hakim bey??? (Sadri Alışık’ı saygıyla anıyorum, nur içinde yatsın). Bu kadar ağlak yapmışken hakkını vermezsem ayıp olurdu, o yüzden mevcuttaki esere yorum kattım. Bakınız aşağıda:
FIRSAT 2
Benim adım Serkan (Melebaa), eşimin adı Gaye. İsimlerimizin baş harfleri soldan sağa GS veya sağdan sola SG olarak bir araya gelmektedirler. Ne zaman bir yerde bu iki harfin yanyana olduğunu görsek “Aaa bak Serkan-Gaye veya Gaye-Serkan” gibi romantik romantik sevinirdik. Özellikle önümüzde giden aracın plakasında gördüğümüzde. Bizim bizzat hiç bu plakalardan olmadı arabalarımızda, ama gerek de yoktu, S ve G yeterince sık bir araya gelirlerdi hayatta. Buraya kadar neyi farkettiniz? Evet, di’li geçmiş zaman…
Geçenlerde bi lokantadayız, oğlanın üstünde de kapşonlu bir hırka var. Gerçi buna hırka değil de svetşört deniyor daha çok, ama resimden ne olduğu anlaşıldığı için oturup da canınızı bu detaylarla sıkmak istemiyorum… Hırkanın sol göğsünde afacan sevgililer gibi kolkola girmiş S ve G harflerini görünce ben dönüp “Aaa bak, Serkan Gaye” dedim gülümseyerek. Eşime bakıyordum benzer bir tepki için, ama yolunda olmayan bir şeyler vardı. Eşimin gözleri benzer manada sırıtarak gözlerime bakarken iki saliselik bir kaçamak yaptılar. Ve o anda öyle bir durduki zaman, odanın sıcaklığı 5-10 derece birden düştü. Duran zamanın sessizliğinde bir yutkunma yankılandı eşimin boğazından gelen. Aman tanrımdı! Ne oluyordu??? İşte o an anladım. Eşimin gözleri söylemek istediği ama engellediği bir gerçekten kaçıyorlardı. Çok vakur ve sakin bir ses tonuyla “O ’S’ harfi Serkan değil di mi?” dedim. “Yaani…” ile başlayıp devam eden cümleleri gözümün önünden Matrix ekranı gibi yeşil ve karmaşık akıyorlardı. Ve bir kale daha, yıllarca verdiği hizmetin ağırlığından bitap düşmüş halde yıkılıyordu. O harf, Sarp’ın S’si olmuştu.
“Dur bak dinle, açıklayabilirim” dedi. Ama ben çoktan atım Düldül’e binmiş yanık bir kovboy türküsü eşliğinde gün batımına doğru yol almaya başlamıştım…
İşte bu yüzden, bir gün yolda yürürken eski bir kapıya denk geldiğinizde mandalına bakarsanız biz babaları hatırlayın. Bir gülümseme ile vereceğiniz selam yeter bize…
…
Daha önce çok duygu sömürüsü yaptım ama bu yazıyı sömürüsel anlamda kendi baş yapıtım olarak tanımlamak istiyorum. Nobel verirler mi bilmem, ama verseler de almaya gitmem (Bakınız Bob Dylan).