Sevgili Sivrisinek,
Nasılsın diye sormayacağım, zira işlerinin yoğun olduğunun farkındayım. Bu mektubu sana yazmadan önce çok düşündüm. Okuyup okuyamacağından emin değildim. “Güzzzzel abim, bözzzekler okuyamazzzz ki” dediğini duyar gibiyim. Biz böcekten gelmiş bir ahvalin torunlarıyız, böcekliği senden öğrenecek değiliz.
Sevgili Sivri – sana sivri diyebilir miyim,
Bugün 8 Kasım 2016. Rakamları bir tarafa koyup harflere odaklanalım. K-a-s-ı-m. Sonbahar’ın Kış’la elele sahilde gezmeye, birbirine göz süzmeye başladığı zamanlar. Adı Aralık da olsa, aslında bir birleşmeden, Kış’ın ilk tekmelerinden bahsediyoruz. Tamam, kabul ediyorum, nispeten ılıman bir coğrafyadayız. Misal bugün 20 dereceleri göreceğiz, ama bu benim Kasım ile ilgili kalıplarımı yıkmam için bir sebep değil… Ben çocukken, sivriciğim -sana sivriciğim diyebilir miyim, senin akrabalar Yaz aylarında kan toplama işlemlerine başlar, Yaz bitince, yavaştan bilemediğim yerlere göçerlerdi… Sivriciğim, lafı daha fazla uzatamayacağım. Bana, lütfen, açıklar mısın, Kasım, ayında, burada, NE, İŞİNİZ, VAR??? Hayır, bir kaç tanenizi görsem, romantik, platonik, kopamamış ortamdan, olur öyle, gibi kısmen mantıklı açıklamalarla tatmin olacağım. Bitmiyorsunuz kardeşim, öldürüyoruz öldürüyoruz, bir taneniz beş tane olup geri geliyor sanki? Matriks misiniz lan siz??!!!
Son hitap ediş şeklim için özür dilerim. Öyle lan’lı man’lı, olmadı. Ama n’olursun yardımcı ol. Hatta, bana bir masal anlat sivri, içinde bütün cevapların, kurtla kuzu olsun damarla kan. “Evrimleştik biz abicim” de, “Tineyc miyutınt ninca olduk, mutasyona uğradık” de, “Teknoloji ilerledi, Yaz aylarında size eskisi kadar çok yaklaşamıyoruz, o yüzden gerekli kan oranına (kanlılık yüzdesi) ulaşamayınca sektör sezonu uzatıyor” diye ekonomik açıklamalar yap. Biz uyurken terbiyesizce kulağımızda vızıldayacağına, bunlarla gel bana. Ben yoruldum artık gecenin ortasında bir elimde flaşörü açık akıllı telefon, diğer elimde havluyla ava çıkmaktan. Tamam, kökenimiz avcı-toplayıcı, ama onun üstünden çok zaman geçti. Hadi seni besin olarak kullanabilsek eyvallah, o da değil. Arada hırs yapıp o telefon ışığıyla seni takip ederken ışık cosss diye uyuyan çocuğun gözünü yakıyor. O çocuk uyanırsa bize n’olur biliyor musun? Ha? Biliyor musun??!!! Hayır abi, sakin makin olmayacağım, yetti be! Nereden geliyorsun siz ya??!! Kaç kişisiniz de bitmiyorsunuz? Evin içine mi kamp kurdunuz, her yeri telle çevirdik, nereden nasıl giriyorsunuz olm siz?! İndir kanadını, kanat anten yapma bana!!! Bir iki taneniz aradan sızabilir tamam da onlarcanız nereden sızıyor??? SABAHLARA KADAR SIZIN, SİZİNLE MÜCADELEMİZ BİTMEYECEK ANLADIN MI!!!!
(…)
Biraz ara verince yazmaya, sakinleştim Sivroş – sana sivroş diyebilir miyim. Bu gece toplam dört arkadaşını daha misyonlarından ve hatta kanatlarından ayırdım. Bu bir zafer gibi görünse de, oğlum bile beni bir gecede 4 kere uyandırmıyor. Sabahları kalktığımızda üçümüz evde düğmeli kalkan balığı gibi geziyoruz. Bitli, uyuzlu, pireli gibi kaşınıyoruz. Ellerimizi, ayaklarımızı ısırıyorsunuz tamam, ama bu kadar malzeme varken beni kelimden ısırmak ne demek?
Bak Sivrella. Ara ara kendimi tutamamış olsam da, ve aslında bu bir ültimatom mektubu gibi görünse de, bir teslimiyet sadece. Artık mücadele edecek gücümüz kalmadı. Isırın bizi. Beni ısırın, eşimi ısırın. Ama n’olursunuz yavrumuzu ısırmayın. Koruyucu ebeveynleriz biz. Kıyamayız çocuklarımıza. Fedakarlığın getirdiği bir kahramanlık duygusundan besleniyoruz. Aynı siz sivrişler nasıl kandan besleniyorsanız, öyle.
Bu sana ilk ve son teklifim. Oğlanı rahat bırak, bizi al. Söz, her akşam yatmadan önce dalak yiyip, pekmez de içeriz. Varsa başka arzu ettiğin aroma, onu da söyle.
İvedi cevabınının kulağımda vızıldamasını merakla bekliyorum.
Kanla kal,
Bir baba.