Şimdi gelelim “nasıl” kısmına. Hemen hemen hepimiz küçük emrahı biliriz. Gerçi şimdi eşşek kadar adam oldu ama siz anladınız hangi dönemini kastettiğimi. Onu, duygu sömürüsü dünyasının gayri resmi ilahı haline getiren temel faktör, kelimeleri, ses tonunu ve vücut dilini bir arada çok verimli olarak kullanabilmesidir.
(İKİNCİ BÖLÜM)
Kelimelerinizi özenle seçmeniz önemli. En güçlü ve banko başlangıç kelimeleri “Zaten” ve “Keşke”. Bunların gücünü küçümsemeyin. Sevgi ve şefkat yokluğunu sık sık belirtin. Hemen örnekleyelim.
“Zaten ben artık sizin hayatınızda neredeyse hiç yokum…”
“Keşke ben de sevilsem…”
“Zaten siz bir arada çok mutlusunuz, ben de kenarda hayatta kalmaya çalışıyorum, sevgisiz ve şefkatsiz bir şekilde…”
“Zaten baba kim ki?…” gibi.
Zaten veya Keşke’den sonra gelecek olan kelimeleri seçerken dikkat etmeniz gereken ikinci husus, abartmanız. Durumunuzu olabilecek en acınası hale getirene kadar abartın. Dediklerinizi duyanın yutkunması zorlaşmalı, gözleri dolmalı. Çocuk sizin yemeğinizi istedi ve anne önünüzden mi aldı? Aç kalır mısınız? Eh işte. Açlıktan ölür müsünüz. Yok deve. Olsun ama. Siz öyle bir anlatın ki o anı, açlıktan öleceğinize inansınlar.
“Zaten benim yemek yemeye hakkım yok ki, alın lokmamı, ben yerdeki kırıntıları yerim siz kalktıktan sonra. Bilmem, belki çöpte sizin artıklarınızı bulurum? Ziyanı yok, o da olmazsa kağıt yerim. Selüloz da gıda neticede…”
“Keşke anneciğim yanımızda olsa, belki o bana kendi lokmasını verirdi de açlıktan verem olmazdım… Canım annecim…”
Başka biri durumu daha ele alalım.
Anne ve çocuk sarılmışlar, oksitosin salgılayan yek bir vücut olarak varoluşlarını sürdürüyorlar, siz de araya daldınız. Çocuk ekşi peynir kokan, beyaz tabanlı, yumuşak ayağını ağız-burun bölgenize dayadı ve “Giiiiit” diye ittiriyor, hatta ayak başparmağı burnunuza girdi ve nefesiniz kesildi.
“Zaten ben hiçbir zaman istenmedim bu ailede. Keşke bir kere olsun beni de sevseniz. Olsun ama ben sizi platonik de olsa seviyorum…”
Genelleme yapmak başka bir silahınız. Hiçbir zaman, asla, hep, sürekli, her defasında… Acımayın, kullanın.
Kelimeler iletişimin yüzde 7’si (Bakınız, Albert Mehrabian). Yüzde 38’i ses tonu, yüzde 55’i ise vücut dili.
Ses tonunuz kelimelerden daha da önemli yani. Kısık, titrek, mono bir tonla kurun cümlelerinizi (=monoton). Dokunsalar ağlayacakmışsınız da dokunmuyorlar sanki. Sizi duyan biri “Odada kedi mi mırlıyor lan?” diye sormalı. Asla miyavlamayın ve hatta ciyaklamayın. Ajitasyon ve agresyon iki farklı bilim dalı. Ateşle barut gibi. Siz barutsunuz. Hızlı konuşmayın.
“Zaten benim yemek yemeye hakkım yok ki (burada es alın, iki saniye yeterli). Alın lokmamı (2 saniye daha). Ben yerdeki kırıntıları yerim (1 saniye) siz kalktıktan sonra (3 saniye). Bilmem (yarım saniye), belki çöpte sizin artıklarınızı bulurum? (3 saniye iyidir bu noktada). Ziyanı yok (1 saniye) o da olmazsa kağıt yerim…” gibi. Eğer bu size zor geliyorsa, kafadan iki saniye koyun her cümlenin arasına. İki saniyeyi tutturabilmek için içinizden iki heceli iki kelime söylemeniz yeterli.
“Keşke anneciğim yanımızda olsa (çatal, bıçak) belki o bana kendi lokmasını verirdi de açlıktan verem olmazdım (tabak, çanak)…”
Dikkatli olun, içinizden saydığınız iki hecelileri dışarıya yansıtmayın yanlışlıkla.
“Zaten ben hiç bir zaman istenmedim bu ailede. Külot atlet. Keşke bir kere de olsun beni sevseniz. Keman çiçek…”.
Ajitasyon bu tip hataları kabul etmez, komik duruma düşersiniz. Ondan sonra isterseniz ağzınızla balık tutun sadece gülerler size.
Gelelim vücut diline. Bu noktada küçük emrah ve ağlayan çocuk görselleri size gerekli malzeme ve tekniğin büyük çoğunluğunu sağlıyor. Eğer doğuştan yetenekli olanlardansanız işiniz kolay. Değilseniz dünyanın sonu değil. Ayna karşısında çalışarak kendinizi geliştirmeniz mümkün.
Olmazsa olmazları paylaşalım. Bir kere kamburunuzu çıkarın ve omuzlarınızı düşürün. Dimdik duygu sömürüsü mü olur. İyice küçülün. Var ise, göbeğinizi gevşetip salmanız küçülme işlemini kolaylaştırır. C harfi oluşturacaksınız ama abartmayın. Nefes alamıyorsanız b.kunu çıkarmışsınız demektir. Başınızı da öne ve hafif yana eğin. Konuşurken karşınızdaki zalimlere değil, yere bakın. Gözlerin içine bakmak tehdit, gözleri kaçırmak teslimiyet belirtisidir. Siz kaderine teslim olmuş, minik bir C’siniz. Ellerinizi bacaklarınıza veya kucağınıza koyun ve kararsız bir şekilde birleştirin. Sol elinizin baş parmağını sağ avucunuzun içine alın. Konuşurken kıçınız başınız oynamamalı. Sadece ağzınız oynasın. Ağzınızı duruma göre üzgün bir ters parantez veya kabullenici bir derviş bir tebessümü olarak şekillendirin (“Buna da şükür” tebessümü). Eğer cümlenin sonunda gözlerinizi nemlendirebiliyorsanız on numara beş yıldızsınız. Sakın ağlamayın, alay ederler. Hafif bir nem yeterli.
Sömürü sunumunuzu bitirdikten sonra iki opsiyonunuz var. Ya C’yi bozmadan ayağa kalkıp ayaklarınızı sürüye sürüye uzaklaşın ortamdan ya da orada öyle manda kakası gibi kalın, kıpırdamayın. Uzaklaşırsanız karanlık bir odaya gidip bir köşeye sinin, orada sabırla ilgi’nin gelmesini bekleyin. İlgi geledebiliiir, gelmeyedebiliiir. Gelmezse pes etmeyin. Sabır başarının kankasıdır. Vazgeçmeyin.
Peki bu taktikler hep başarılı olur mu? Tabi ki hayır. Karşınızdaki dünün çocuğu değil. Aslında bir tanesi teknik olarak öyle ama ben öbürünü diyorum, anneyi. Alay edebilir (Aaay yine küçük emraha bağladın hohahaha), çoğu zaman abarttığınızı iddia edebilir (Off hayatım amma abarttın bee), kızabilir (Bi de senle mi uğraşıcam be eşşek kadar adamsın). Yılmak yok. Bu yola bir kere baş koyduysanız sonuna kadar gitmelisiniz.
Bütün bunları yapmak size manyaklık gibi geliyor olabilir. Bir deneyin derim. Bir süre sonra duygu sömürüsünden zevk almaya başlayacaksınız. İşte o zaman çırak usta olmaya doğru ilerliyor olacak. Artık sizi kimse tutamaz. Sömürün!
Zaten biz babalar hep fedakarlık yapan zavallı minik adamlar değil miyiz? Keşke biraz olsun, belki bir damla sevgi ve şefkat görsek…
Sağlık olsun ama, biz sizi yine de çok seviyoruz…
Siz de bizi sevseniz keşke… 😦
Keşke 😉