Bu yazı sadece babalara değil ama o babaların çocuklarına da ibret olsun diye yazılmıştır…
Hani bir ara hayatlarımıza Secret diye bir nane girmişti. İstiyoduk, inanıyoduk, alıyorduk.
Bazen istiyorduk, ama inanamıyorduk, e alamayınca da bozuluyorduk, fakat hata bizde olduğu için teselli buluyorduk, “Gerçekten inanmadığım için oldu bu”. En kötüsü isteyip, hayvanlar gibi inanıp, alamadığımız durumdu. “Bu ne be? Resmen dolma bu secret, ya ben inanmıyorum artık” – kopuş noktası kimileri için. Ama açıklaması var hep: “Aaa sen gerçekten inandığına emin misin? Bir an bile şüphe duyduysan evren anında kapatır dosyanı, atar tee en arkalara”…
Çok uzatmayayım. Eminim hatırladığınıza. Benim başıma gelen tersine secret denen bir şey: İsteme… İnanma… Al!
“Anne sözü dinle”. Tanıdık mı? Anne bir söz söyler, çocuk dinlemez, bildiğini okur, burnunun dikine dikine. Sonra annenin dediği çıkar ve çocuk tıpış tıpış akabinde düzenlenen konferansı dinler. “Birazcık anne sözü dinlesen, sana on kere dedim…”. Ne olmuştur? Çocuk annenin söylediğini istemiyordur, hatta anlattıklarına inanmıyordur, ama çatır çatır gelir başına hepsi. “Baba sözü dinle” niye yok? Çünkü babanın sakalı YOK! (Gerçi şimdi eskiye göre daha çok var ama ben bir işe yaradığını sanmıyorum). Aslında yok demiyelim de, ,daha az. Etliye sütlüye anne babadan daha çok karışıyor sanki.
Geçen hafta annemgille oturuyoruz sabahleyin, spor mevzusu açıldı. Ben 3 yıldır düzenli olarak koşuyorum. Herşey yürüyüşle başlamıştı ama koşmak orroyin gibi. Bir kere başladın mı, geriye dönüş çok zor. Bir kere koştuktan sonra hep daha çok koşasım geldiği için yürümeyi bıraktım. Annem de dedi ki, “Oğlum bak hekim olarak söylüyorum, herkes söylüyor, koşmak vücudu çok yoruyor, yürüyüş yap”. Fakat oğlan ukala. Dil, yandan bakınca 5 metre. “Yaaa anne yaa ne alakası var yaaa, o kadar insan koşar mıydı zararlı olsa yiaaa, hem yürü yürü nereye kadar, bir kere koşmaya başladım hayatta yürüyemem ben. Kaldı ki yürüyünce dizlerim ağrıyor, demek ki zararlı”.
Ertesi gün sabah büyük bir şevkle kalkıp, horlayan oğlumun ve melekler gibi uyuyan eşimin yanından sıyrılıp daha önce hiç koşmadığım ama merak ettiğim bir yolu denemek üzere çıktım evden. Güneş ısınma hareketlerini daha bitirmemiş. Arabalar yollarda saçlarım gibi seyrek seyrek. Ağaçlar çiçekler sabahlara kadar fotosentez yapmışlar, gecenin yorgunluğuyla mis gibi kokuyorlar. Kim tutar lan beni?! Labada lubada labada lubada, koşuyorum. Yolun adı “Çamlık Yol”. Yolun iki yanı boyunca yüksek çam ağaçları ve geniş mi geniş kaldırıma düşen serin gölgeleri… Benden başka koşanlar da var, karşıdan gelirken selam veriyorum, bakalım o da verecek mi. Sosyal deney. Koşanlar selamlaşsın istiyorum. Labada lubada… Telefondaki uygulama beş kilometreyi vurduğunda, bir bakkalın önünden geçerken sağ adımımı atıyoruuuum, bir saniye sonra yerdeyim, benden hızla uzaklaşan plastik su şişeme planjon yapan bakkal amcayı görüyorum. Amca sağolsun, “İyi misin, yardıma ihtiyacın var mı?” diye soruyor. Ben hayretler içinde kalkıyorum, hasar raporu alıyorum hemen. Avuç içi çok hafif sıyrık, kanama yok, dirsekler ve bilekler sağlam. Dizler temiz. Sanki buz pistte düşmüş Katarina Witt’im. Hop, kalkıp devam koşmaya.
Bu kadar zamandır koşuyorum, hiç ama hiç düşmemiştim. Şoktayım. Nasıl olur bu ya??? Döndüm baktım takılıp düştüğüm çıkıntı bir santimi geçmez. Kassan kendini, zor takılırsın. Hayırdır inşallah. Neyse, bu da komik bir anı oldu diye sırıtarak devam ettim. Acı yok Rocky. O zaman devam Adrian… Yarım kilometre daha gittiydim ki yürüyüş yapan iki bağyanı geçtikten hemen sonra kendimi bir daha bir peri gibi havalarda uçarken buldum. LAN?!!!! “Beyefendi iyi misiniz? Başınızı mı çarptınız?”. Hemen hasar raporu. Kafa sağlam, avuç içi biraz daha rencide olmuş ama kanama yok, dirsek/diz temiz, fakat sol el bileğinde hafif bir burkulma var. La havle. N’oluyo be hakkaten? Dümdüz kaldırımda düşüp duran ben. Bu ana yoldaki kaldırım bana yaramıyor, diyerek yedinci kilometrede ilk gördüğüm ara sokağa saptım. Zamanla kırışmış, kabarmış arnavut kaldırım, eski taş evler, minik, avuç içi kadar esnaflar. Yav asıl burasıymış koşulacak mekan yaa HOOOP…Burada es alıyorum.
Yine havadayım.
Bu sefer durum biraz farklı ama. Uçuşum sanki dakikalar sürmüş gibiydi. Solumda alçak bej boyalı bir duvar, duvarda geçen Yaz mevsiminden kalmış olduğunu tahmin ettiğim eski ve yırtık konser afişleri, karşıdan kendi yaşında, eskiden turuncu olduğunu tahmin ettiğim bir traktörle tıngır mıngır gelen bir amca, sağımda alçak bir pencere, güneşle bakışmaktan solmuş, sıkı sıkı kapanmış tül perdeler. Bayağı bir gözlemleyecek zamanım oldu. Sayın yolcularımız, uçuşumuz yaklaşık 5 dakika sürecek olup, indiğimiz yerde zemin parçalı taşlı ve sivri köşeli. Sıcaklık son derece… Çekirge misali bir zıpladım, iki zıpladım, üçüncü…maalesef. Hasar raporu? Diz balon, kanıyor, avuç içi tırt, gurur paramparça. O solumdaki bej duvara sırtımı dayayıp dizim kopmuş gibi pozlar yaparken, traktör geçti yanımdan tıngır mıngır, “Geçmiş olsun yavrum”… “Sağol amca”…
Sabah evden “Çıktım açık alınla”, bir buçuk saat sonra döndüm “Sek sek sekerek Mahmure”.
Anneciğim geldi aklıma o an. Ne dediydi? “Koşma”.
Ben ne yaptım? Koştum.
Ne oldu? Düştüm.
Önce, bir düştüm. Nazikçe, minik minik. Evren dedi ki “Bak uyarıyorum, zorlama, ananı dinle”. Yetmedi, yine koştum. Evren tekrar msj attı “Evladım bak, bi daha uyarıyorum, koşmaaa”.
He tabi tabi. Sonunda evrenden günah gitti, kaldırdı havaya zıbaam diye vurdu yere.
Yani,
Yürümek istemedim.
Koşmanın zararlı olduğuna inanmadım.
Aldım. Neyi? Dizimin şişi inene kadar sadece yürüyebileceğim gerçeğini.
Yani diyorum ki, biz babalar, annelerin bu gizli secret-vari yetilerinden bihaber yaşadıkça başımıza daha çok şey gelecek ama en azından çocuklarımıza anlatırsak belki gelecek nesillerin daha rahat yaşamalarına yardımcı olabiliriz. Ben bu ve benzeri olayları oğlumun idrak yaşı gelir gelmez ona detaylı olarak anlatmayı bir babalık görevi olarak görüyorum. Uygular, uygulamaz, ona bırakıyorum.
Bunun yanında, bir daha koşmayacağımı düşünenlere ne kadar yanıldıklarını söylemek istiyorum 🙂 Annenin sözü, evladın inadı 😉
NOT: Derseniz ki, “kardeşim sen salaksan, habire düşüyorsan, annenin suçu ne?”. Sebep-Sonuç olmadan anlam bulamaz insan. En kolay “sebep” başkasından kaynaklanan 😉 Yerse.
Karma yazisini hatirlayip bi daa okudum. Gecmis olsun.
Uf olmuş sanki.
Bisey olmaz kanka. Annene “peki” demeyi ogren konu kapansin, sonra sen gene bildigini oku.
Itişme.. iddialaşma. Peki de rahata er. Cekme evreni tepene
Karmayi ben de bi daha okuyayım. Bundan sonra “peki”ciyim zaten 🙂
Çook geçmiş olsun. Annelere sadece peki demek yetmez 🙂 Her yerde gözleri vardır, uygulama yapılmazsa hemen anlarlar ve ellerine ilk fırsat geçtiğinde lafı yapıştırırlar “Ben sana demiştim … ” En iyisi mümkün olduğunca dediklerini uygulamak, böylece evrenin zulmünden kurtulmak :):)
Bu arada neden üst üste düşmüşsünüz? merak ettim. Sadece yorgunluktan mı? Umarım bir daha tekrarlanmaz. Yürüyüş en güzeli 🙂
Asırlardır ders almamaya inat eden bir varlık insanoğlu 🙂 teşekkürler, herhalde yorgunluktan diyorum. Bir sonraki koşuda görücez, en kötü yürümeye başlayacağız artik 🙂