Baba 21:00’da bitecek toplantıdan mazeretini bildirip 19:30’da çıkar. Koşar adımlarla dolmuş durağına gider. Bu arada telefonda birini arayıp durumu sorar. Yanıt çok umut verici olmasa da zamanında yetişebileceğine inanmaktadır. Bir ihtimal hep var. Durağa geldiğinde gördükleri omuzlarının düşmesine sebep olur. Domino taşları gibi dizilmiş insanlar. Sıfır dolmuş. ‘Şimdi birden bi sürü araba gelecek, hep öyle olur’ diyerek sıraya geçer. Bekler. Bekler. Yağmur başlar. Bekler. Sürekli önündeki insanları sayarak, kaç dolmuş sonra binebileceğini hesaplar. Yetmez, acaba Şişhane’den Karaköy’e insem vapurla daha mı çabuk giderim diye hesaplar yapar. Yandex, google, allah ne verdiyse. Derken görünür sarı arabalar. Saate bakar. Zaman acımasız tabi, hiç utanmadan geçmeye devam ediyor. Olsun, yarım saate oradayım. Külliyen yalan aslında, ama insanın kendine söylediği yalan besler bazen umudu. Bir dolmuş…İki dolmuş…Üç dolmuş…Ziverbey 1 kişi! Ziverbey 1 kişi!!! Bir sola bakar bir sağa, ok gibi fırlar sonra. Ziverbey BİR geldi. Ohh, di mi? Değil. Yağmur yağınca ne olur İstanbul’un trafiği? Aceminin oltasındaki misina gibi. Ucundan çektikçe daha sıkılaşan bir düğüm. Daha 100 metre gitmemişken tıkanır. Böyle zamanlarda, zaman sanki birden daha hızlı akmaya başlar. Ya da insan saate daha mı sık bakar. Baba tekrar telefon açmayı düşünür, ama vazgeçer. Duyacaklarını duymak istediğinden emin değildir. Açıl be trafik, hadi be. Makas atsa şoför? Yol gasp etse birilerinden? Başını çevirip görmezden gelmeyi bırak, tezahürat bile yapar baba gerekirse. Köprüye kadar sümüklü böcek gibi sürünür dolmuş, ama köprüden sonra dörtnala. Bas abicim, bas gaza. Vallaha da yetişicem, billaha da! O sırada mesaj gelir. Ding Ding! ‘Biz yatmaya gidiyoruz, gözünü açamıyor’. Gevşer baba. ‘Sağlık olsun, bugün de göremedim’ der, ama hep bahane. Yarın sabah erken çıkacaktır, akşama yine geç gelecektir. Düşünceler içinde debelenirken baba, arka koltukta oturan adamın sesini duyar…
‘Alo?… Az kaldı, Erenköy’ü geçiyoruz…Hı hı… Sakın yatırma, 15 dakikaya geliyorum, tamam mı? Oyala biraz daha…’
Bir gülümse yayılır babanın gergin yüzüne.
‘Bir ben değilim’ gülümsemesi, bildiniz mi?
Bir enerji gelir bedene.
Işıklarda inecek var!
Araba durmadan atlar kaldırıma.
Koşa yürüye iner yokuşu.
7 aylıkmış gibi, apartmanı görmeden çıkarır anahtarını.
İnşallah zemin kattadır asansör.
Olur mu? Olur.
Sessizce sokar anahtarı kilide, çevirir yine sessizce.
Kapı açılır. Karanlık antre.
Yatak odasının kapısı? Sessiz ve kapalı…
İçi kararır. Yine olmadı…
Çantasını usulca yere bırakır.
Ve içeriden biri seslenir.
‘Babaa?’
Hiç 12 salisede iki ayakkabısını da çıkarıp 5 metreyi bir adımda koşan insan gördünüz mü?
Yatak odasının kapısını yıkarak girer sahneye ve uçarak girer yatağa.
Çocuğunun yanına.
‘Seni bekledi, uyumak istemedi’.
İşte yol boyunca pergel gibi bacaklarını açarak koşan zaman var ya…
Durur iki kalp atışında.
Ayy kıyamam ya siz babalar içinde hayat yeterince zor…
Ama bu yazı dağıttı beni yaa,olmaz ki böyle 😦
eşim de hep bu duyguları hissediyormuş gibi gerçekten kelimeri güzel kullanıyorsunuz …
Çok duygusal
gözlerim doldu vallahi çok üzülüyorum çocuklara; benim 9 yaşındaki oğlumda yeni doğan kardeşinden ona ne zaman sıra gelecek diye bekliyor her fırsatta yanında olmaya çalışıyorum ama bebek de ağlıyor hep içim gidiyor ama napalım hayat böyle 🙂
9 yıl saltanat yine iyi 🙂 kolay gelsin
Gözlerimden yaşlar süzüldü yazınızı okurken, çocukluğum aklıma geldi. Çünkü babamın çalışma saatleriyle benim saatlerim hiç uymazdı. Günlerce görüşemezdik, Ben uyuduktan sonra eve gelirmiş, ben uyanmadan çıkarmış, aralarda yastığımın üstünde küçük hediyeler, okumayı öğrendikten sonra da küçük notlar bulurdum, dünyalar benim olurdu. O zamanlar anlayamazdım hiç babam yıl sonu gösterilerimi kaçırdığında, ya da sonuna yetiştiğinde, üzülürdüm ve kızardım. Sizin yazınızla babamın o zaman hissettiklerini tekrardan anladım, hissettim… Hemen bir arayayım canım babamı :):) Şimdi ben de çalışan bir anneyim. Evet hiçbirimiz yalnız değiliz, hepimiz ara ara türlü türlü suçluluk duyuyoruz çocuklarımızla ilgili. Ama onlara sarıldığımızda, uyusa da usulca öpüp kokladığımızda her şey geride kalıyor ya önemli olan anı yaşamak, hissetmek…
Siz de benim gozlerimi doldurdunuz, kendi cocukluguma gittim :.)
Böyle fedakar bir babam var çok şanslıyım ama şuan aynı fedakârlık ları çocuklarıma gösteriyor çünkü kendi babaları başka hayatlarda :((
kahrolsun kapitalist dünya düzeni, yaşasın tembellik hakkı !!
tembellik hakkımızı nekkaa çok istersek çocuklarımızı okka daha çok görürüz.
Neden ? sorusunu sormayı öğrenmemiz gerek !!
cok huzunlendim okurken :-(((
fezakiral.blogspot.com