Bu yazıyı 2007’de Michigan’da çıkan, sevgili Erol Ahmed’in editörlüğünü yaptığı, Anatolian Voice dergisine yazmıştım. Son zamanlarda bir kaç kere bahsi geçti, ben de açıp tekrar okudum. Bahsettiği konunun hala güncel olduğunu farkedince değiştirmeden tekrar paylaşmak istedim. O zamanlar babba değildim, şimdi öyleyim. Okurken, yazının sonunda aslında (bilmeden) 2007’deki “ben”in 2013’teki “bana” tavsiye vermiş olduğunu farkettim.
…
ANTAKYA
27 Şubat 2006’da çok sevgili babamı kaybettim.
Ayrılmadan önce memleketi Antakya’ya gömülmek istediğini vasiyet etmişti.
Bu sebeple cenaze ve sonrasında birkaç gün orada kaldım ve oranın adetleriyle babamı uğurladım.
Antakya’ya ilk defa gitmiyordum ama en son gittiğimde “kozmopolit” kelimesini çizgi film kahramanı sanabilecek bir yaştaydım. Haliyle biraz büyüdüm; bu gidişimde şehri çok farklı tanıdım. Aslında şehir hep oradaydı ve öyleydi ya, ben geç anladım…
Hani şu Danimarka’lı karikatürler vardı ya, haftalarca tartışıldı. Hoş mu görelim, boş mu verelim, kınasak yeter mi, yoksa yakmalı mı derken tüm dünya bununla uğraştı. “Medeniyetler çatışması başlıyor! Kaçın!” nidalari arasında sağduyu Huntington’u yenecek iddialari uçuştu havada…Bugün bile hala sevemiyor insanlar birbirlerini. Sözlerde, kulaklarda, manşetlerde hep aynı nakarat: Siz ve biz. . .
Herneyse, bakın ben neler yaşadım Antakya’da:
Cenaze namazını, camide, musevi olan eniştemle omuz omuza kıldım. Taziye evinde bir alevi bir sünni müezzin yan yana okudular duaları. Bir kez değil, günlerce. İmam’ın yanına alevi dedeler oturup katıldılar dualara, aynı kürsüde, aynı hizada. Hristiyanlar, museviler geldiler duaları dinlemeye, taziyelerini sunmaya. Aralarından Ortodoks Kilisesi Vakfı Başkanı Jozef, fötr şapkasını çıkarıp selamladı herkesi ve ön sıralardan dinledi duaları.
Babamın defninde ve mezar ziyaretlerinde tütsüler yakıldı kaselerde. “Ortodokslardan mı bu gelenek?” dedim, “Kim kimden almış bilmeyiz ama burada adettir, tütsü yakarız” dediler. Amcama sordum: “Siz gidiyor musunuz bir hristiyan vefat ettiğinde taziyeye?”
“Tabi ki,” dedi, “onlar nasıl geliyorsa biz de gidiyoruz ama onların adetlerine göre eve gidiyoruz.” Sonra ekledi, “Zaten Asrî Mezarlik’ta da herkes yanyana yatıyor.”
Meşhur dar sokaklarını gezdim kuzenimle yıllar sonra. Her kapı başka bir renk. Her kapının ardında başka inançlara sahip rengarenk insanlar. Balkonları pencerelerine, avluları sokaklarına karışmış. Bir çıkmaz yolun sonunda kapısının güzelliğini hala unutamadığım bir kilise, iki adım ilerisinde falcılar ve hemen yan sokakta bir türbe, onu da geçin, ileride sağda mahallenin camisi. Alçak minareli, mütevazi… Sinagoglar daha yukarıdaymış, zaman yok dedi kuzen, gidemedim.
Yanyana, karşı karşıya, hem hayatta, hem ölümde…
Üç din, bilmem kaç mezhep…
Bir şehir.
Gidin görün derim, çok uzak değil. Olmadı, yazın bir köşesine güzel aklınızın, ileride çocuklarınızı götürün. “Kozmopolit”i çizgi film kahramanı sanacak yaşta olsalar bile. . .
Tabi hoşgörü oralardan göçmemişse…
Sevgiler
Çok beğendim…Kaleminize sağlık…..