Bundan tam 383.446 sene önce…
Şu anda Ankara metrosunun ilk ayağının olduğu yer, o zamanlar çingene saçı gibi sık ve gür bir orman (duyda inanma)…
Bir grup dişi Massimoduttizara kangurusu, ormanın güvenli bir köşesinde minik yavrularını oynatiyorlar…
Anne kanguruların gözleri ve kulakları bebelerinde, bebeler ise annelerinin güvenliğinde şen ve tiz sesler çıkararak oyun saatinin tadını çıkarıyorlar. Tam bir Disney filminin giriş sahnesi.
Derken oyun alanının hemen başında yeni bir kanguru ve yavrusu beliriyor; çekingen bakışlarla oyun alanını süzerken heyecandan zıplayan yavrusunu zaptetmeye çalışıyor.
Anneler yeni gelen misafire biraz rahatsız biraz da şaşkınlıkla bakıyorlar, çünkü… çünkü…
Yeni gelen kangurunun kesesi yok!!!??
Erkek kanguru diğerleriyle gözgöze gelmekten kaçınarak oyun alanının bir köşesine ilişiyor ve azınlık olmanın verdiği eziklikle yavrusunu oynatmaya başlıyor…
Ailemizin hobbiti, başka bir deyişle oğlum, yaklaşık 3 aydır şu play&music, learn&sports, fill-in the-blanks, vur-kır-parçala gibi isimlerle ifade edilen, yuvamsı yerlerden birine gidiyor. Bana kolaylık olsun diye bu yerler için “yuvamsı” kelimesini kullanmak istiyorum. Bilmeyen azdır ama ben yine de konsepti kısaca tanıtayım: Çocuk 12 aylık olunca, özellikle anneyi bir korku sarıyor (baba daha basit bir hayat sürüyor). Acaba çocuklarının eğitimi için ellerinden geleni yapıyorlarmıdır. Hele bir de tanıdıkları bir çift çocuğunu bir yuvamsıya yazdırmışsa, artık çok düşünmenin anlamı yoktur. Göndermeyelim de bizim çocuğumuz geri mi kalsın?! dır.
Yuvamsılarda bunu bildikleri için fiyatları ona göre ayarlarlar, o da ayrı.
Adım adım jet özet aşağıdaki gibidir:
1) Çocuk 12 aylık oldu.
2) Necdet biz bu çocuğun eğitimi için elimizden geleni yapıyor muyuz acaba?
3) Necdet duydun mu, Nilüferler çocuğu Play&Kill’e yazdırmışlar, ondan beridir çok sosyalleşmiş. Artık ingilizce gaz çıkarıyormuş.
4) Merhaba biz bilgi almak için gelmiştik?
5) Ne??!! Ne kadar dediniz?
6) Parayı ilk derste getiririz.
Tahmin edebileceğiniz gibi, yuvamsılarda çok büyük çoğunlukla anneler oluyor. Babalarında gelmemesi için hiçbir sebep yok, az da olsa geliyorlar. Ama ortam o kadar anne egemen ki, ister istemez bir erkeğin orada bulunması garip kaçıyor. Aşağıda ki hikaye tamamen gerçek bir olayın oldukça abartılmış ve önyargılarla çarpıtılmış bir versiyonu. Kangurularla paralel olarak neyin gerçek neyin uydurma olduğunu size bırakıyorum…
Arada bir gittiğimde hep eşim yanımda olduğu için çok dikkat etmemiştim ortama. Günlerden birgün eşim evden çıkamadığı ve oğlumuzda psikopata bağladığından benim hobbiti tek başıma götürmem icap etti. Kim korkar hain evlattan diyerek yola koyuldum. Caddede yürürken çok çok nadir de olsa sempatik bakışlar alarak koştur koştur gittik yuvamsıya. Kapıya gelince bir ter bastı aniden. Sanki ÖYS sabahı ve bütün çalıştıklarımı unutmuşum. Daha önce karımdan izlediklerimi geçirdim aklımdan: Çocuğun arabasını kapıya bırak; çocuğu al; çantasını al; içeri gir; ayakkabına galoş tak; çocuğu soy; eşyaları bir dolaba koyup kilitle; sonra oyun odasına in; ayakkabıları çıkar; sal çocuğu meydane. Hata yapmamalıydım, en küçük bir hatam bile on katı yüzüme vurulabilirdi. Babaların Gücü Adına diyip başladım… 30 saniye sonra bir elimde çocuk arabası, diğerinde bir dolap anahtarı, kafamda galoş, içeride titrerken buldum kendimi. Arkamdan bir ses “Kapıda ki çocuk sizin mi beyefendi?” dedi. Hemen koşup çocuğu kaptığım gibi geri girdim içeri. Aptal bir espiri yapıp örtbas etmeye çalışırken başka taraftan galoşun mevkii ile ilgili bir uyarı gelince kafamdan çıkarıp ayaklarıma takacaktım ki, ayakkabıları mı dolaba kilitlediğimi hatırladım birden. Çocuğun üstündekileri çıkarıp dolaba koyma bahanesiyle ayakkabıları çıkardım ve geri giydim. Galoşları da taktıktan sonra az önce ki gıcık ses, oğluma eğilip “Sarp merhabaaaa, annen nerde, gelmiyor herhalde bugün” dedi. Sana ne be?! Babası geldi, beğenemedin mi? demedim. Ben cevap olarak “Bugün babasıyla” derken, bir an gururlandım kendimle. Hemen geçti tabi. Ürkek hareketlerle etraftaki annelerin meraklı bakışları arasından sıyrılarak oyun odasına doğru hareketlendik. Merdivenlerden inerken özgüvenimin tekrar toparlandığını farkettim, çünkü merdivenden indirip çıkarma konusunda tecrübeliydim. Oyun salonuna gelince birden dört beş annenin inceleyen bakışları karşıladı beni ve oğlumu. Sanki kadınlar hamamına girmişim yanlışlıkla. Hani genelde kadınlar bir ortama giren her insanı (özellikle başka bir kadını) gözleriyle tarar ya, aynen öyle tarandım. Sanki onların aklından geçenler kulaklarımda çınlıyordu: A-a? Ay buraya erkekleride mi alıyorlarmış? Aa? E bak babalarda getiriyor çocuğu? Ben Cenk’e söyliyim o da getirebilir arada… Şu çocuk ingilizce mi konuşuyor? Orada ki benim kızdan daha mı uzun? Bizimki daha kaydırağın merdivenini çıkamıyor, bu kadının oğlu nasıl çıkıyor? Doktoruna sorsak mı acaba?
Tekrar incelip kuruyan özgüvenimin son nefesiyle çıkıyorum sahaya. Bakışların bir kısmının hala üstümde olduğunu hissediyorum ama gözümü kasten oğlandan ayırmadığım için görmüyorum. Başlıyoruz oynamaya. İşte o an ampul yanıyor. Erkek olduğum için çocuğa oyun oynatma konusunda bir avantajım olduğunu hatırlıyorum. Ben kaydırağı ters çevirip oğlana tekne yapıyorum, havalarda uçuruyorum, tünellerin içine girip yuvarlanıyoruz, saklambaç oynuyoruz, filan. Oğlan mest. Etrafta ki çocuklar da yavaş yavaş “noluyo lan burda, bizde bilelim bi eğlence varsa” diyerek yaklaşıyorlar. Malum anneler biraz daha ezbere oynatıyorlar çocuklarını. “Seyfi, hadi gel şimdi Ela öğretmenin gösterdiği gibi merdivene tırmanıp köprüden karşıya geçelim. (Seyfi tın) Hadi ama aşkım, bu ay merdiveni çıkabilmen lazım. Hadi annecim, gel, bırak o topu…”
Deplasmanda gol atmış gibi seviniyorum. Ama her çıkışın bir inişi vardır. Ben coşmanın b.kunu çıkarırken oğlan elimden uçup ağzını yere vuruyor. O an zaman duruyor ve herşey donuyor. Suçlayıcı bakışlardan bir ağ örülüyor etrafımda birden. Sanki oğlanı alıp mancınıkla duvara fırlattım. Hani lisedeyken biri derse geç kaldığında sınıfa girince gıcıklığına “cık cık cık” yapılır ya, bir o eksik. Annelerden biri tebessümden muaf bir ifadeyle yaklaşıp “Kanıyor mu? Ağzını çok kötü vurdu, zavallım, ay aay ay kıyamam, annen nerde senin yavrum” diyor. Sana ne be?! Ben koşarak kaçma planları yaparken oğlan ağlamayı bırakıyor ve ben daha hafif oyunlarla dikkati üzerimden atmaya çalışıyorum. Farkediyorum ki, anneler kendi aralarında konuşurken, benimle kimse konuşmuyor. O sırada benim oğlan “baba at-ta?” diyor. Ağzını öpiyim senin. Kucaklayıp çıkıyorum oyun salonundan. Dışarı çıktığımızda derin derin içime çekiyorum temiz havayı. Sokaklarda daha güvendeyim. Ayaklarım koşar adım ilerlerken, aklımda bu bir saatin karımın katında bana kazandıracağı krediyle yapabileceklerimin hayali var. Hemen arıyorum arkadaşımı, “Naber lan (biiip)?” diye açıyor telefonu. “İyilik lan (biiip)” diye selamlarken ekliyorum, “Akşam maçı nerde seyrediyoruz lan (biiip)?”. Arkadaşım hanımdan nasıl izin alamayacağım üzerine espiriler yaparken, “Oğlum” diyorum, “biz ne zaman izin aldıkta şimdi sorucaz (biiiip), sen ayarla ben geliyorum”…
He-Man!
çok güzel
Biz karı-koca sizin yazıların takipçisiyiz ve bayılıyoruz yazılarınıza.Eşim okurken kahkahalar atıyor.Elinize sağlık
” Sanki oğlanı alıp mancınıkla duvara fırlattım.” bayıldım bu benzetmeye .. Eşim yanlışlıkla oğlumuza en ufacık zarar verse ben aynen böyle yapmış gibi tepki veriyorum çünkü :))
Super yaaa bayildim 🙂
Öfff, herşey gözümün önüne geldi. Bayıldım 🙂