“Ay bi görsen, saatlerce legoyla oynuyor. Böyle evler yapıyor, kuleler dikiyor, bir tanesi var hatta, bi keresinde pencere boşluklarını bırakmış inanamazsın yaa…”
“Oha kızım ne güzel bir kumdan kale yapmışsın. Şebnem gel bak şuna hemen, ben bu kadar düzgün kumdan kale görmedim, maaşallah çok yetenekli…”
“Resmen üç boyutlu gibi çizmiş evi. Perspektif yetisi 12 yaşında oluşurmuş, bu daha 4 yaşında bunu görebiliyor. Öyle böyle değil…”
Mimar olacak kesin.
“Çocuk elinden oyuncak steteskopu düşürmüyor. Her sabah sırtımı dinliyor, çok tatlı…”
“Geçen gün geldi bana, annecim sana reçete yazdım, bu ilaçları alacaksın iyileşeceksin, dedi. Bi baktım, aynı doktor yazısı gibi hiç okunmuyor (!!!)…”
“Saatlerce oyuncaklarını dizip tek tek muayene ediyor, onlarla konuşuyor. Oyuncak MR makinası almış babaannesi, herşeyi bıraktı bir tek onunla oynuyor…”
Doktor olacak bu, belli.
“Evde en az 25 tane uçak var. Uçak manyağı resmen. Bunları alıyor şu şehirden bu şehire uçuruyor, anonslar yapıyor. Hatta havaalanı yapmış kafasına göre uyduruktan, iniş kalkış operasyonu gibi bişeyler yapıyor…”
Pilot mu olacak nedir?
“Eline ne geçirirse müzik aleti gibi çalıyor. Burak abisine gittik geçen, gitarı bir tutuşu var, ağzımız açık kaldı. Yarım saat tellere vurdu vurdu, arada neredeyse bi melodi bile çıkardı gibi oldu sanki. Hani Enrike İglesyasın bi şarkısı vardı, ona benziyodu. Burak abisi de söyledi, çok yetenekli bu, mutlaka konservatuvarı düşünün, diye…”
“Öğretmeni ritm duygusu çok iyi dedi. Müzikli oyunlarda tempo tutuyormuş…”
Mutlaka müzikle uğraşmalı.
Bu mudur? Budur.
Yapıyor muyuz bunu? Yapıyoruz.
Hepimiz mi?
Hayır.
Bazımız?
Evet.
Gözden kaçırdığımız ne?
Çocuk oynuyor.
Tekrarlıyorum.
Oynuyor.
Bi daha?
Oy-nu-yor.
Nedense, biz yetişkinler hemen gelecek ile ilgili mesleki kehanetlerde bulunuyoruz.
Astronot olacak.
Niye?
Star Wars seviyo.
Mühendis olacak.
Neden ki?
Oyuncak araba tamir ediyor.
İnş cnm yaa.
Ya tutarsa?
“Bu çocukken de zaten hep legoyla bişeyler inşaa ederdi. Bak mimar oldu. Ben diyordum zaten…”
Oladabilir.
Lakin legoyla kule yapmak ile bir mimarlık fakültesine sınavla girmek, orada okumak, karmaşık çizimler, hesaplar yapmak, sabahlara kadar kanla terle oluşturduğu maketi tek hareketle çöpe atan profesörün aşağılamalarını dinlemek, mezun olduktan sonra inanılmaz uzun mesailerde debelenmek, kurumsal sanatçı paradoksuna düşmek arasında biraz fark var.
Fark ne mi?
Oyun.
An’da olmak.
Plansız, hırssız.
Muhtelif zamanlarda ve durumlarda biz yetişkinler “şeyler”e olduklarından daha fazla anlam yükleyebiliyoruz. Yük arttıkça devreler zorlanıyor, bazen yanabiliyor. Cozurt. Halbuki rahat bıraksak? Nooo, mimkin değil. O çocuk çok başarılı bir mimar olacak, o kadar!
Niye peki?
Çünkü ben olamadım 😉
Bi de “mutlu olsun da isterse manav olsun” deyip çocuğu üniversite çağı geldiğinde “yannış annama, gene manav ol ama hobi olarak. Koluna Altın bileziği tak hele ( ki bu doktor mühendis mimar ol ile eş anlamlı) sonra bakarsın duruma” diyen grup var.