KOŞ BABBA KOŞALIM

Screen shot 2014-11-18 at 11.01.19 AM

Pazar günü binlerce koşucu iki kıtada koştuk ve iki kıtaya işedik.

Pardon?

Valla benim aklımdaki en net özet bu. Koş/Çiş.

36. Vodafone İstanbul Maratonu’na hoşgeldiniz.

Sabahın köründe çantam sırtımda, hangi kilometreyi nasıl koşacağım aklımda, çıktım evden. Üç senedir katılıyorum ama bu sene çok daha hazırlıklıydım. Bildiğin bohça yaptım. Bıraksan koşumun bittiği yerde başka bir şeye ihtiyacım olmadan rahat 3-4 gün yaşarım. Geçen senelerde arkadaşlarla taksiye doluşup topluca gidiyorduk, kakara ve hatta kikiri şeklinde. Artık metrobüs neyin var, zaten koşucuya beleş, diyerekten vardım tek başıma durağa. Adı “Toplu” taşıma, ama bireyselleştirdi bizi bu sene. (Bilmeyenler için ara not: Üç mesafe koşuldu bu sene. 42 kilometre, bildiğin tam maraton. 15 kellometro, bu benim mesafemdi. Bir de 10 kollomitri. Herkesin tişört ve çanta rengi farklı. 42-Kırmızı, 15-Mavi, 10-Yeşil). Kadıköy’de bir sürü katılımcı yürüyor yollarda. İnsan evladıyız ya, herkes çaktırmadan etrafındakilerin çanta rengine bakıyor şüpheyle.

“Tipe bak yuh, bir de kırmızı tişörtle, bu 5km koşamaz yaa, ne gaz insanlar var” 

“Hmmm, bacaklardaki kaslara bakılırsa bu uzun süredir koşuyor kesin, ama neden yeşilki o zaman. Lan ben abartıyor muyum15’le?” 

“Kırmızı giydik ama yanlış başvuru yaptığımı anlarlar mı? Yüricektim ben 10km’yi, nerden yaptım bu hatayı ühü” 

“Yav herkes mavi kırmızı, bir tane yeşil yok mu benden başka, rezil olucam. Start noktasında bir tek ben durucam, offff yaaa”

“Abi ne çok kırmızı var, ya biz de mi koşsaydık, ezik gibi yine 15’te kaldık, Arif bile 42 koşuyormuş”

Ne diyoduk? Geldik metrobüse. Görevli, metrobüs oraya çalışmıyor bugün, yerinizde olsam taksiye binerdim dedi. Oha nasıl harika bir fikir? Ben karınca sırtında gitmeyi düşünmüştüm. Görevli daha sözünü bitirirken taksinin kapısını açıyordum, tanımadığım bir çift de bindi, koyulduk yola. E n’ooldu? Yine bindik taksiye, hem de tanımadıklarımla. Ne kakara ne de kikiri.

Neyse köprünün gişelere gelende indik taksiden. Lakin köprüye çıkmak mümkün değil. Köprü aynı köprü, trafik aynı trafik, ama bu sefer araba yerine insanlar tıkanmış. Mecbur kalabalığın içine enjekte ettim kendimi. “Spor fiziksel bir aktivitedir” dedikleri bunu kapsıyor mu bilmiyorum ama yukarı çıkana kadar onlarca bedenle tanıştım yakından. Onlarda beni tanıdılar sağolsunlar. Bu sene katılım mı daha çoktu, yer mi daha dardı muamma ama köprü üstü cam camdı. Bohçamı bırakacağım emanet otobüsünü görüyorum ama gidemiyorum. Bir ara yabancı bir arkadaşla çift yumurta ikizi olduk, bir kaç cümle italyanca öğrendim. Derken vardık otobüse, verdik çantayı, yine bir insan seli içinde ilerleyerek kenarda kalan bir yol bağlantısının oluşturduğu yeşil alana attım kendimi. Kafayı bir kaldırdım herkes işiyor. Şırr. Yaşlı, genç, erkek, kadın demeden ma’maraton. Bu her sene olan bir şey. 100 milyon trilyon insana 50 tuvalet, herkes tam koşudan 20 dakika önce işemek isteyince yetmiyor tabi. E doğa ne güne duruyor? Genelde insanlar ağaçların biraz içine gidip işerdi, bu sene sanki Demokratik Çiş Cumhuriyeti gibi, herkes açtığı yerde işiyordu. Yani  diyeceğim o ki, iyi birkaç yağmur yağana kadar, oraları komple ellemeyin. Biri artık isyan mı etti ya da komiklik mi yapıyordu anlamadım ama köprünün üstünden “İşeme İşemeeee” diye bağırdı aşağıya doğru. Herkes güldü ve işemeye devam ettik.

Bu kadar pislik yeter. Koşunun başlayacağı yerin yakınlarında bir konum edindim kendime, ama oraya inmeyi yemedi gözüm. Arkadaşım “Burası korkunç, herkes birbirini ittiriyor, sakın gelme” diye mesaj attı. Tabancanın şarjöründe sıkışmış mermi misali. Kilometrelerce koşacak binlerce sabırsız atlet kıçkıça sıkışmış fırlamayı bekliyor. Bu esnada sunucuya takıldı kulağım:

“Dünyanın dört bir yanından geleen… Sevinti foor kauntriiis… Kıtalar arası koşulan tek maratonn… Saat dokuzda start alacaak…”. 

Derken bomba patladı.

“Arkadaşlar, bakın 4’tür söylüyorum, öndekiler, lütfen açın orayı, orada durmayın!!! Boşaltın orayı! Bakın uluslararası hakemler izliyor bizi, şu anda bunlara not veriliyor, kaç kere söylicem daha, lütfen boşaltın ön tarafı!!!” 

“Emanet otobüsleri kapanmıştır sevgili katılımcılar. Otobüsler neden hareket etmiyor. Lütfen daha hızlı çıksınlar alandan, şoför arkadaşlar!!! Daha hızlı, yarış başlayacak!!! Bakın hala ön tarafta duruyorsunuz, daha kaç kere söylicem…” Cuma akşam okul çıkışı törenleri geldi aklıma. Yolda yapamadığım kikiriyi burda tamamlamış oldum.

İstiklal Marşı ve Start!

Koşunun kendisinde çok ilginç bir şey yoktu benim için. 15 km boyunca acaba kaç tane insana arkadan baktım diye düşündüm. Ense-popo-baldırlar-ayakkabı, ense-popo-baldırlar-ayakkabı… Aslında garip bir tecrübe, binlerce insanı görüyorsun ama hemen hiçbirinin yüzünü bilmiyorsun. Koşan dev organizma, yol boyunca tuvaletler konmuş olmasına rağmen işemeye devam etti bilimum duvar diplerine. Bir ara iki turist Dolmabahçe’ye yaklaşırken askeriyenin duvarına işiyordu. Farkındalar mı acaba diye düşündüm.

6.cı kölometreydi yanılmıyorsam, iki bağyan kocaman bir pankart açmışlardı: “BABAMIZ, SENİNLE GURUR DUYUYORUZ”. Anne-kız diye tahmin ettim ama bilmiyorum. İki kız kardeşte olabilir. Farketmez, ben duygulandım tabi. YANİ SENEYE YİNE KOŞARSAK BAZI ANNE VE ÇOCUKLARI İÇİN BÖYLE GÜZEL FİKİRLER ÖNEMLİ OLABİLİR, diye düşündüm. Mesaj kaygısı.

15km’yi bitirdim, torbamı aldım (içinde madalya, tişört, meyve suyu, çikolata, yağmurluk, muz oluyor) heyecanla açıp ayı gibi yemeye başladım. Bir kaç arkadaşla skor karşılaştırıp bavulumu almak üzere aynı emanet otobüsüne gittim. Her otobüsün üstünde hangi koşucu numara aralığı için olduğu yazıyor. 12501-12999, 13000-13800 gibi. Önce otobüsümü buldum, bir tek benimkinin önünde medeni bir sıra vardı. Diğerleri üstüste çıkıp bedenden rampa yapmışlar kapılarda. Vay anasını, bunları da mı görecektik diye keyifle girdim sıraya, bekliyorum. Yavaş yavaş ilerliyor, sıraya kaynak olduğunda klasik tartışmalar çıkıyor filan. Önümde 3 kişi kalınca farkettim. Beklediğim otobüs 11601-12300 gibi bişey. Benim numara? 11461. Eveeeet. Demek ki koşunca hakkaten kan beyinden çekiliyormuş. Doğru otobüse geçtim. Eşyamı aldım. Direkt “Atmosferik Deneyim” çadırına. Halk arasında soyunma/giyinme çadırı olarak da tabir ediliyor. O kadar koşmuş 20’şer erkeğin buluştuğu ve içindeki havayı “değiştirdiği” çadırlar. Klasik muhabbetler uçuştu havada.

“Abi sen kaç koştun? 1:08’mi? İyiymiş. Ben hiç hazırlanmadan 1:20 koştum, ama hiç hazırlanmadan. Hazırlansam 1’in altında koşardım kesin, ama hiç hazırlanmadım. Dayı sen kaç koştun?” 

“Ya bu suları içip içip atıyorlar ya şişeleri, yerler hep su oluyor. Benim ayakkabının da altı düz, patinaj yapıyorum, güçten kaybettim, o beni bayağı bir zorladı. Yoksa en az 10 dakika daha erken bitirirdim.”

“Benim dizde sakatlık var, doktor hiç koşmaman lazım dedi ama ben dayanamadım. Korkmasam 42 koşardım”

“Bak ben sana bu işin sırrını söyliim, koşudan önce gece ayakları havaya dikerek uyuyacaksın. Bak bu çok önemli. Bunu herkes bilmez. Bak en az 5km daha fazla koşarsın. Ben 62 yaşındayım. Yaaa, göstermiyorum di mi? Benim Türkiye’de koşmadığım yer yok. Bi de sabahtan bal, fıstık, kaymak…”

“Yaa bu madalya ne yaa, bakır gibi, rezalet. Kaç senedir şunu bir doğru dürüst yapmayı öğrenemediler. Abi Zeytinburnu’nu koştun mu? Koşmadın mı? Ya bir madalya verdiler, böyle renkli bayraklı filan, inanılmazdı.”

Şimdi yazarken aklıma geldi, içerideki atmosferik koşulların acaba bu muhabbetlere ne kadar etkisi oluyor…

Çadırdan çıkıp oksijenle yeniden buluşunca sendeledim biraz. Arkadaşlarla toparlandık ve geleneksel balık ekmek + bira kapanışımızı yaptık. Eminönü’den vapura bindim. Koltuğa oturdum. Dirseğimi koltuğun koluna, kafamı elime dayadııım, nazik bir bağyan sesi duydum:

“Beyefendi geldik Kadıköy’e uyanın”

KOŞ BABBA KOŞALIM’ için 3 yanıt

  1. Harikasınız, yazılarınızı keyifle takip ediyorum, yine çok güldürdünüz:)) İstanbul’ da değiliz maalesef, uzaktan takip ettik gelişmeleri ama tuvalet ve emanet otobüsünü ilk kez sizden duydum… Gülmenin yanında bilgilendim de:))))

hayatintadinabakanlar için bir cevap yazın Cevabı iptal et